Gaziantep’te yaşadığımız beş büyük, yirmi bin artçı depremden, evimizin her tarafının çatlamasından, doğalgazımızın kesilmesinden sonra, ailece karar verdik; “tebdil-i mekanda ferahlık vardır” diyerek bizi en çok davet eden yakınlarımızın olduğu İstanbul yollarına düştük. Ne de olsa eski memleketimizdi. 33 yıl yaşadığımız diyardı. Sevgili Peygamberimizin (asm) fethini müjdelediği kutlu beldeydi.
Depremler olduğunda son kitabımız üzerinde çalışmaktaydım. “Rabbimizi Tanıyalım -3- (Esmâül Hüsna Tecellileri). Bilgisayarımı, kitaplarımı ve bütün dokümanlarımı da yanıma aldım. İstanbul’da bir nevi inzivaya çekildim ve kitap çalışmasına kaldığım yerden devam ettim. Haftalarca denizi bile görmedim. Sonunda Rabbimin lütfuyla kitabı tamamladık. Tashihlerini de yapıp yayına hazır hale getirdik. Elhamdülillah min fadlı Rabbî.
Ramazan-ı Şerif çok feyizli ve bereketli geçti. “Şirket-i Maneviye” yazımızda belirttiğimiz, bütün programları uyguladık. Bir nevi itikafta gibiydik. Evden camiye, camiden eve… Sahur, camiye gidiş. Mukabele. Sabah namazı. Sabah dersi (Hadis ve tefsir). Öğle namazı öncesi Kur’an-ı Kerim ve Cevşen okuma. 30. Cüzü okuma (O yazımda da belirttiğim gibi 30 arkadaş herkes her gün kendisine ait cüzü okuyor. Böylece her gün hatim indirmiş oluyoruz. Bu sene 30. Cüzü ben okuduğum için hatim duasını da ben yapıyorum.) ikindi ve akşam dersleri (Hadis ve tefsir). Teravih…
Rabbim bizi bayrama kavuşturdu. Sabah namazından sonra hocamız bayram namazı vaktine kadar vaaz verdi. Allah razı olsun, çok güzel konulara temas etti. Kardeş olduğumuzu hatırlattı, birlik ve beraberlikten bahsetti. Dargınların barışması gerektiğini söyledi. Hocamızın şu söyledikleri de mühimdi:
“Bu bayram bizim hakkımız. Bizim, yani oruç tutanların… Hasta olanlar, mazereti olanlar başka, onun dışında oruç tutmayanların bayram etmeye hakkı yok. Bayram bizim hakkımız.”
Rabbimiz zaten bu bayramı bize lutfetmiş. Niçin bayram yapıyoruz? Ramazan-ı Şerif’in faziletine ve bizlere sağladığı mânevî kazançlara dair o kadar çok hadis-i şerif var ki, insan o müjdeleri işitince sevinçten havalara uçacak gibi oluyor. Ramazan’da sevaplar bire bin, on bin, otuz bin (Kadir Gecesi’nde) oluyor. Ramazan’ı hakkıyla ihya edenlerin günahları affoluyor. Âhirette Rabbimizin ihsanlarının ne olduğunu bilmiyoruz. Bu müjdeler karşısında insan nasıl bayram etmez.
Bir de 60 İslam ülkesinin birlik olduğunu, tek çatı altında toplandığını, yani İttihad-ı İslam’ın sağlandığını, Kur’an ve hadisin hâkim olduğunu, Kudüs’ün kurtarıldığını, mazlum Müslümanların hürriyetlerine kavuştuğunu, bütün Müslümanların kardeşçesine kucaklaştığını düşünün… İşte asıl bayram o vakit olacak. Rabbim o günleri görmeyi nasip eylesin.
Ramazan-ı Şerif’te torunum Muhammed Ali ile “Panorama 1453’e” gittik. Doğrusu bu yeni şeklini beğenmedim. Mehter yok. Hücum duası yok. “Allah Allah” nidaları yok. Karanlık bir atmosfer ve rahatsız edici gürültü. Bizim tarafı değil de Bizans’ın halet-i ruhiyesini aksettirir gibi. Açıkça söylüyorum. Beğenmedim. Yıllar önce de gezmiştim. O hali istiyorum.
Torunuma söz vermiştim. “21 yaşında İstanbul’u fetheden o kahraman ecdadımızın mezarını ziyaret edeceğiz” diye. O arada Fatih Camii avlusunda Diyanet Kitap Fuarı açıldı. “Bir taşla iki kuş” dedik ve torunla yola revan olduk. İlk önce Fatih Sultan Mehmed Han’ın türbesini ziyaret edip Fatiha okuduk. Sonra kitap Fuarını gezdik. Kitaplar aldık. Yayınevi ilgilileriyle sohbet ettik. Semendel Yayınevi standında Salih Küçük’ün oğlu oturuyordu. Dünün bebeleri hangi ara böyle büyüyüp delikanlı olmuş! Kocadın Burhan Bey! Ben kocadığımı itiraf ediyorum, İhsan Süreyya Sırma hocam aksine genç olduğumu iddia ediyor. O gün Beyan Yayınları standında İhsan Hocamın imza merasimi varmış, tevafuk etti. Endülüs’le ilgili kitabını aldım ve imzalattım. Birkaç gün içerisinde de okuyup bitirdim. Kalemine sağlık muhterem hocam. Rabbim hayırlı uzun ömür versin. Doğrusu, Endülüs İslam Devletiyle ilgili pek çok yeni bilgi edindim.