Rüyâ, insan ruhunun uyku esnasındaki cevelânıdır, gezmesidir. Rüya fıtratın bir gerçeğidir. Ancak fıkıh kâidesi olarak, rüya ile amel edilmez. Yalnız rüyâlardan pek çok ders çıkarılır ve ehli tarafından tâbir edilebilir. Bizim Tuğra Yayınevi’nde neşrolan “Meşhurların Rüyaları / Rüya Nedir?” kitabımızda rüya ile ilgili temel bilgiler verdik. Ayrıca rüya tabiri de müstakil bir ilimdir ve bununla ilgili de pek çok kitap vardır. Biz bu yazımızda rüya ile ilgili teknik bilgi verecek değiliz. Sözü, gördüğümüz bir rüyaya getirmek istiyoruz, onun için bu girizgâhı yaptık.
Son İstanbul seyahatimizde, şöyle bir rüya gördüm (Allah hayretsin): Rüyamda, Cumhurbaşkanı ile görüşecekmişim. Görüşme mahalline gidiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’nın tanıdığım bir adamı orada. Derken bir kişi daha geliyor. Ona “Sen kimsin?” diyorum. İsmini söylüyor “… Terzi!” diyor. İsmi hatırımda kalmadı, ama soy isminin Terzi olduğunu söylüyor. Derken Sayın Cumhurbaşkanı geliyor ve görüşmemiz başlıyor. Kendisine şöyle diyorum:
“Sayın Cumhurbaşkanım! Malumunuz olduğu üzere Lozan Antlaşması’nın 39-44. maddeleri gereğince, ülkemizdeki azınlıklar çocuklarını kendi inançları üzere yetiştirebiliyorlar. Ancak ülke nüfusunun yüzde 99’unu teşkil eden Müslümanlar için böyle bir hukukî düzenleme yok. Müslüman ailelerin çocukları, maalesef gereği gibi İslâmî terbiye alamıyorlar. Neslimiz perişan oluyor...”
Konuşmamız bu minval üzere devam ediyordu, derken sabah namazına uyandım. O gün akşam gazeteye “Pazartesi” yazısını geçecektim (7 Eylül 2020, Pazartesi yazısı), baktım, muhteva aşağı yukarı rüyamda söylediklerim gibi.
“Dervişin fikri neyse zikri de odur!” derler. Bizim zihnimizi meşgul eden şeyler de işte bu gibi meseleler. Peki bu gibi konuları doğrudan ilgililere niçin anlatamıyoruz? Bilmem! Bu herhalde benden kaynaklanmıyor. Mevcut sistemden kaynaklanıyor. Âcizâne, 45 yıllık gazeteciyim. Meslek hayatımda yüzlerce meşhurla, devlet ricâliyle röportajlar yaptım. Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık yapmış zevât-ı âliye ile defalarca görüştüm. Şu anki Cumhurbaşkanımız ile, İstanbul büyükşehir belediye başkanı olmadan da defalarca görüştüm. Aramızda o devreden kalma tuz-ekmek hakkı var. Ancak yeni parti kurulmasından ve “Millî Görüş gömleğini çıkardık” dedikten sonra durum değişti. Görüşemez olduk. 17-25 Aralık operasyonundan iki sene evvel, temeli Millî Görüş’e dayanan bazı il başkanlarına ve “Reise ulaşabileceklerini zannettiğim” kimselere, FETÖ yapılanmasıyla ilgili ve darbe teşebbüsünde bulunabileceklerine dair şüphelerim olduğunu, Sayın Başbakan’la görüşmem gerektiğini söyledim. Ben inanıyorum ki, benim o talebim yerine ulaşmadı. Ancak 17-25 Aralık hâdiselerinden sonra bu defa ben Başbakanlık özel kalemini aradım ve randevu talep ettim. Konu nedir, dediler. “FETÖ yapılanması” dedim. “Bize konuyu özet halinde yazar mısınız?” dediler. “Sizin mailiniz güvenli mi?” dedim. “Güvenli” dediler ve bana bir mail adresi verdiler. Ben de mailde yalnızca konunun çerçevesini belirttim. Bana cevap olarak, Sayın Erdoğan’ın o sırada referandum çalışması için Anadolu’yu gezdiğini, müsait zamanında bize döneceklerini söylediler. Konu bana göre çok mühimdi. Zira bazı kimseler, Recep Tayip Erdoğan Bey’e muhabbetlerinden dolayı, FETÖ’den vazgeçmişlerdi. Ancak yine FETÖ’nün telkin ettiği inanç yapısında olan mühim bir kitle vardı. O kesime, müdellel, yani delilleriyle FETÖ’nün telkin ettiği görüşlerin İslâmiyet’le bağdaşmadığı anlatılmalıydı. Görüşseydik bu konuyu aktaracaktık. Ayrıca, yine eğitim meselesine temas edecektik. Evet, yol, havaalanı, hastane vs. güzel de, cemiyetin mânevî yapısı ne olacak? TV’lere ve sosyal medyaya yansıyan rezaletleri sıralayacak değiliz. Batılı tasvir sâfi zihinleri idlal eder. Ancak cemiyetimizin mânevî yapısı çok ciddi tehlike altında. Biz bu tehlikeleri ve çözüm yollarını arkadaşlarımızla birlikte yazdığımız mektuplarla ilgililere ulaştırmaya çalıştık. Yerine ulaşmadığı düşüncesiyle sosyal medyada da neşrettik. Bu konular zihnimizi o kadar meşgul ediyor ki, işte yukarıda naklettiğim gibi rüyalarımıza da giriyor.