Biz Müslümanlar, Kur’an-ı Azimüşşân’a büyük hürmet gösteririz. Ancak ne var ki, bilhassa son yüz yılda Müslümanların Kur’an hakikatleriyle bağı koparılmıştır. İslâm düşmanı komiteler, çok sinsi bir oyunla, Müslüman gruplara; Kur’an-ı Kerim’in mushafına hürmet göstermeyi, okumayı ve bu kadarlıkla yetinmeyi telkin etmişlerdir. Öyle ki, Kur’an’ı Kerim’i güzel okumak teşvik edilmekte, hatta televizyonda yarışması bile yapılmakta, ancak iş, Kur’an’ın manasını, hakikatlerini öğrenmeye, hele hele Kur’an’ın hükümlerini uygulamaya gelince, şiddetle tepki göstermekte ve bunu engellemeye çalışmaktadırlar.
Osmanlı Devleti’nin kurucusu cennetmekân Sultan Osman Gazi’nin, Kur’an-ı Kerim’in asılı olduğu odada ayağını uzatıp yatmadığı bir vakıadır. Bu kutlu ceddimiz ve onu takip edenler; hem Kur’an-ı Kerim’in mushaf şekline, hem muhtevasına hürmet göstermiş, aynı zamanda Kur’an’ı anayasa edinip hayatın her safhasında tatbik etmişlerdir. Bu anlayış neticesinde Cenab-ı Hak da onları muvaffak etmiş ve asırlarca üç kıtaya hükmetmişlerdir. Tarihen sabittir, ne vakit ki Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı sarılınmışsa, o vakit muhteşem bir terakki olmuş, ne vakit Kur’an’a sarılı el gevşemişse, o nispette tedenni olmuştur.
Kur’an-ı Azimüşşân, cennet yolunun navigasyonudur. Bizim asıl yurdumuz cennettir. Ancak o ebedî saadet yurduna kavuşabilmek için önümüzde zorlu bir yol ve zorlu bir yolculuk vardır. Bir defa, Allah-u Teâlâ’nın verdiği ömür ne kadarsa, o ömrü, bu dünya misafirhanesinde edebince, adabınca, usulünce, düzgün bir şekilde geçirmek gerektir. İşte bunun usulünü, adabını, yolunu, yordamını öğreten ve bu dünya hanındaki misafirliği yüz akıyla tamamlamanın şartlarını gösteren Kur’an-ı Kerim’dir… Bir de “yaşayan Kur’an olan” Peygamber Efendimizdir (a.s.m.)…
Kur’an-ı Azimüşşân öylesine bir navigasyondur ki, bize “ebedî saadet yolculuğunun” bütün safhalarını en selametli şekilde kat etmemizi sağlamaktadır. Kabirden sonra başlayan berzah âleminden, haşir meydanından, sırat köprüsünden selametle geçip, cennetin kapısına varıncaya kadar, oradan da cennete dâhil oluncaya kadarki bütün safhaları projektörle aydınlatmış, yol göstermekle kalmamış, o yolun yordamını, nasıl davranılması gerektiğini de öğretmiştir.
Biz Müslümanlar, yüz yıl boyunca üzerimize serpilen “gaflet tozunu” silkeleyerek, Kur’an-ı Kerim’le “gerçek manada” tanışmamız ve hemhal olmamız lazımdır. Bediüzzaman Hazretlerinin, Kafkas Cephesi’nde yurdumuzu işgale yeltenen düşmanlarla savaşırken telif ettiği eseri olan İşârâtü’l İ’caz isimli tefsirinde, Kur’ân Nedir? Tarifi Nasıldır? başlığı altında harika bir Kur’an tarifi var. O tarifin bir yerinde şöyle deniliyor: “(Kur’ân) insanlara hem bir kitab-ı şeriât, hem bir kitab-ı duâ, hem bir kitâb-ı hikmet, hem bir kitâb-ı ubûdiyet, hem bir kitâb-ı emir ve dâvet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi bir kitab-ı mukaddes(tir).” (a.g.e., s. 15)
Yarın bütün İslâm âleminde, Kadir Gecesi’ni ihya edeceğiz. Yani Kur’an-ı Azimüşşân’ın nazil olduğu geceyi. Siz şu garabete bakınız ki, Kur’an’ın ahkâmı, hiçbir İslâm ülkesinde uygulanmamakta… Ya kralların dedikleri uygulanıyor, ya ekseriyeti Avrupa’dan olmak üzere ecnebilerden alınan hükümler… Sıra Kur’an’ın hükümlerine ve Rabbimizin şer’î hükümler koyma yetkisi verdiği Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sünnet-i seniyyesine gelince, uygulanmamakta… Bu durum, hem dünya hayatımıza, hem de uhrevî hayatımıza tesir etmekte. Bu “garabeti” kabullenenlerin âhiret hayatı da tehlikeye girmekte.
Şu mübarek Kadir Gecesi’nde, geliniz ümmetçe kendimize bir iyilikte ve güzellikte bulunalım: Kur’an-ı öpüp bağrımıza basalım. Bu biir… İkincisi, okuyalım ve okuduğumuzun manasını öğrenmeye çalışalım bu iki… Ve üçüncü olarak da bu hükümlerin hayata geçmesi gerektiğine “inanalım”. En azında bu inanca sahip olalım ve bu inançla kabre girmeye çalışalım… Rabbim bizleri Kur’ân’ımızdan ayırmasın…