Âdetimdir, bir konuyu tekrar tekrar yazmam. Ancak şu meşhur koronavirüs musibeti istisna oldu. Bu konuda birçok yazı yazdım. Bir taraftan da habire konu ile ilgili bir tarafa notlar almaktayım. O kadar çok başlık var ki;
Aylarca işyerleri kapalı kaldı, iş sahipleri ve çalışanlar perişan oldu. Ülke ekonomisi bir daha o tabloyu kaldırabilir mi? Onun için üretime ağırlık vermek lazım. Maske konusu var. Dünyadaki gelişmeleri, bu konudaki tartışmaları takip ediyorum. Beyin doktoru, maskenin zararını söylüyor, dünyanın en meşhur doktorları kendi aralarında tartışıp oylama yapıyor, yüzde 90’ı “maske zararlı” diyor. Doktorların dediği şu: “Bu maske, ameliyat sırasında hastayı biz doktorlardan bulaşacak enfeksiyondan korumak için lüzumlu.” İnsanın yüzünde maske varken, ağzından çıkan karbondioksiti soluyor. Yarın okullar açıldığında bu yavrucaklara karbondioksit mi solutacaksınız. Hele o çocukları nasıl zapt edeceksiniz? Koşan çocuklar için daha zararlı olmaz mı? Camide zaten sosyal mesafe var, maske niçin zaruri olsun? Fabrikalarda çalışan işçiler arasında zaten sosyal mesafe var. Onlara niçin mecburî olsun? 900 lira ceza çok can yakacak? Polislere Erol Taş rolü oynatmak doğru mu? Evet, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Bey’e ve Bilim Kurulu üyelerine teşekkür ederiz. Gerçekten çalışıyorlar. Ancak aşırı baskıcılık halkın psikolojisini etkilemeye başladı. “Sosyal mesafe” diye diye millet birbirinden soğudu…
Tavsiyelerimiz: Camilerin tuvaletlerini ve şadırvanlarını hizmete açınız. Camilerde sünnet-i seniyyeye uygun şekilde namaz kılınsın. Sosyal mesafe ve maske cezaları affedilsin. (Bu arada MOBESE’lerin de maske takmayan şoförlerden dolayı ceza yazdığı söylentileri var. Bu doğru mu? Bizim Güneydoğu’da sıcaklığın 45 derecenin üzerine çıktığı oluyor. Bir de arabanın sıcaklığı var. Buna ilaveten bir de maske taktınız mı nasıl nefes alacaksınız?)
Daha yığınla konu var, hangisini yazalım. En iyisi hepsi şöyle bir tarafta dursun, biz bütün konuların da esası, temeli olan konudan bahsedelim: Evet, koronavirüs bir musibet… Ancak unutulmasın, en büyük musibet, Allah’tan gafil olmaktır. İnsanlarımız, bu ülkenin Müslüman halkı bile maalesef gaflet içerisindedir. Bu kâinatın sahibi, maliki, yaratıcısı olan Allah-u Azimüşşân tekvini ve teklifi olarak bir nizam koymuş. İyileri, kötüleri belirtmiş. İnsanları “iyiler” tarafına sevk etmiş. Kur’an-ı Azimüşşân’ı Anayasa olarak vazetmiş. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sünnet-i seniyyesine uyulmasını emretmiş. Bu kâinatın sahibi olan Rabbimiz, geçmiş peygamberlerin hayatından, emirlerine uymayan kavimlerin başlarına gelenlerden haber vermiş, bizleri uyarmış. Bizlere düşen, bütün bu ikazlara kulak verip, ders alıp ayağımızı denk almak, helal dairesinde hareket edip, iyilik yolunda yürümek… Birer necaset olan günahların her türünden uzak durmak…
Geçmişte helâk olan kavimlere bakıyoruz, bir kısmı hem müşrik, hem zalim, hem nankör: Nuh Aleyhisselam’ın kavmi, İbrahim Aleyhisselam’ın ikazlarına aldırış etmeyen Nemrut ve kavmi, Musa Aleyhisselam ve Ben-i İsrail’e zulmeden, Allah’ı inkâr eden Firavun ve kavmi gibi… Bir kısmı Müslüman, ancak, yapılan münkerâta seyirci kalmakta, o haram fiili işleyenlerle yoldaşlık yapmakta… Lut Aleyhisselâm’ın kavmi, Medyen ve Eyke ahalisi, Cumartesi yasağını ihlal edenlerle yoldaşlık yapıp da onlar da onlar gibi maymuna dönüştürülenler gibi… Neticede bu azgınlarla, azgınlara seyirci kalıp onlarla yoldaşlık yapanlar da helak olmuş…
Evet, başımızda bir değil, pek çok musibet var: Covid-19, ikinci dalga tehlikesi, başka virüslerin gelmesi ihtimali, yurdun dört bir yanındaki sarsıntılar, sel baskınları, ekonomik sıkıntılar… Bütün bunlar birer ikaz. Bakınız, habire, “Avrupa ne der?” deniliyor. “Avrupa istedi diye” onlarca, yüzlerce kanun, kararname vs. çıkarılıyor. Bin yıllık İslâm diyarında Allah’ın binlerce hükmünden bir teki “resmen” uygulanmıyor. Hiçbir ilgili, “Acaba Allah ne der?” demiyor. Yahu korkmayın! “Allah!” deyin. Milletçe tevbe, istiğfar edelim. Allah’a dönelim. Onu bunu bilmem. Bu yaşa gelmişim. Bu kadar kitap okumuşum. Bildiğim bir tek şey var: Her şey Allah’ın elinde. O, “Ol!” deyince olur. Musibetleri sadece ve sadece O def eder. Bizlere maddî-manevî huzuru, saadeti O verir. Bizleri öldükten sonra diriltecek O olduğu gibi, bu dünya hayatında da tehlikelerden ve düşmanlarımızdan kurtaracak, bahtiyar kılacak yalnız O’dur. Onun için siz, biz, hepimiz iyisi mi, şunu bunu bir tarafa bırakalım, Allah’a yönelenim. KURTARICI yalnız O’dur…