ABD’ye sık sık giden veya İngiltere’de kalan ve orada tahsil görenlerimize ve oralarda boynuna MADALYA takılanlara ithâf olunur, yani onlara hediye edilir ve hem onların ve hem de sıradan vatandaşların dikkatine sunulur.
EŞEK BEYNİ
Eşekleri çok severim. Çok uysal, hâlim-selim, mûnis hayvanlardır. Yükünü taşır, şikâyet etmez; kandırırsın, küsmez; sırtına binersin, sesi çıkmaz; aç bırakırsın, sızlanmaz; döversin, aldırmaz …
Çok VEFAKÂR ve cefakârdırlar. Kendilerini besleyen eli UNUTMAZLAR. Onları besleyenin elindeki BİR TUTAM OT PEŞİNDEN SÜRÜKLENİP, YARDAN AŞAĞI BİLE ATLARLAR.
Buna rağmen, her nedense bu HAR, hor ve HAKİR, yani aşağılık görülür; isimleri bile sövme aracı olarak kabul edilir.
Çocukluğum, onlarla haşır-neşir olarak geçti; epeyce bir ÜNSİYETİMİZ oldu.
Çok severim. Hele de, SIPALARINI … Onun için, “Har’ı hor görmemek lazımdır” derim.
Ve HAR-ı ÎSÂ’nın da Peygamber EŞEĞİ olduğunun bilinmesini isterim.
Diğer isimleri de MERKEB’dir ki, binilecek şey, binek hayvanı demektir.
Peygamber efendimiz de KATIRDAN küçük EŞEKTEN biraz büyük BURAK adı verilen bi hayvanın sırtında gök yüzünün 8. Katına çıkarak Allah ile görüşmüş (ve orada ilk önce 50 vakit NAMAZ ile emredilmiş, sonra da MUSA Peygamberin ikazları üzerine 10 defa çıkıp inmek suretiyle PAZARLIK ederek 5’er 5’er, 5 VAKİTE indirebilmiştir) ki, bu hadiseyi MİRAÇ Kandili olarak KUTSALLAŞTIRIP her sene sabaha kadar DUA ve İBADET ederek geçiririz.
Neyse …
Biliyorsunuz ki, insanların karakterleri ve davranış biçimleri, beslenmeleriyle çok yakından ilgilidir.
Bildiğim kadarıyla, ot yiyenler (vejeteryanlar) kavgacı değiller. Et yiyenler ve hele de eti (köfte içerisinde dahi olsa) çiğ yiyenler çok daha saldırgan ve kavgacıdırlar. (Otçul ve etçil hayvan farkı da bunu göstermektedir).
Karadeniz kıyısındaki insanlarımızın ASABÎ mizaçlarının yani SİNİRLİ oluşlarının, fazla MISIR ekmeği yemelerinden kaynaklandığı; Mısır’daki Kıptilerin de fazla bakla yemelerinin, göğüs kafeslerini büyüttüğü ve seslerinin gür ve güzel olmasına ancak, (bu KIPTÎLERİN) BEYİNLERİNİN küçülmesine sebeb olduğu söylenir.
Buna da neyse …
Uzun senelerden beri gözlemekte, merak etmekte ve cevabını vermek istemekteyim:
İleri gitmiş ülkeler, geri kalmış ülkeler üzerindeki hâkimiyetlerini kesintisiz olarak devam ettirmekteler. GERİDEKİLERİN idarecileri de, her zaman için, İLERLEDEKİLERİN emirlerini yerine getirmek üzere esas duruşta beklemekteler ve âdeta, yani eni-konu düşünme kabiliyetlerini kaybetmekteler.
Çok düşündüm: Acaba niçin ?
Sonra buldum ve dedim ki, muhtemelen işte şunun için:
İleri gitmiş ülke idarecileri, hepimizin de bildiği gibi, geri kalmış ülke idarecilerini, ev sahibi sıfatıyla kendi ülkelerinde misafir ederler, izzet ve ikrâmdan bulunurlar, hürmette kusur etmezler. Günlerce, aylarca (ve bazı özel hallerde yıllarca BURS vererek) BESLEMEKTEN de geri durmazlar.
Mesela, İngiltere’nin EXETER Üniversitesi’nde eğitilip-öğretilip gönderilenler de sürüyledir.
Ve bunlara MADALYA da takarlar.
Hah, işte işin püf noktası da burada başlar !
“Acaba” diyorum, “bu izzet ikrâm esnasında, bu GERİ kalmış ülke öğrencilerine EŞEK BEYNİ mi yediriyorlar ki, onlar yetişip de ülkenin başına geçtikleri zaman hep onların istekleri yerine getiriliyor, onların istedikleri oluyor, yani BİR TUTAM OT PEŞİNDEN SÜRÜKLENİP, YARDAN AŞAĞI BİLE ATLAMA misali, o BESLEYENLERİN dedikleri konuşuluyor, onlara itiraz edilemiyor ve hep onlar sırtlarda taşınıyor ve de bu halde bile her zaman onlar alkışlanıyor ?”
Ne dersiniz ?
Acaba ben, çok mu EŞEKK bir insanım ?
Haydi bakalım, sağlıcakla ve hoşça kalasınız, biraz da siz kafa yorasınız.
Mümtaz Şahin.
(Not:
EŞEKK kelimesini yeni duyduğu için merak edenlere:
“EŞEKK”, ŞEKK’den gelir. ŞEKK de, şüphe, zan, tereddüt etmek mânâsındadır. Dolayısıyla EŞEKK, şüphe sahibi olan kişi demektir.
Mesela, “Şekk ile yakîn zâil olmaz”, Mecelle hükmüdür ki, şüphe ile hakikat yok edilemez demektir. Buradaki “yakîn” kelimesi, ŞEKKSİZ-şüphesiz gerçeği ifade etmektedir.)