Bu kâinatın ve kıyametten sonraki ebedî âlemin sahibi olan, bütün mevcudatı halk eden (yaratan) Rabbü’l Âlemin’in iki çeşit kanunu vardır. 1) Tekvini Kanunlar, 2) Teklifi Kanunlar… Atomdan küçük zerrelerin hareketinden, güneşin, dünyanın, yıldızların hareketine; hava zerrelerinin hareketinden, vücudun hücrelerinin hareketine varıncaya kadar bütün mevcudat bu tekvini kanunlar çerçevesinde hareket eder. Bu Kânun-u İlâhiye, İslâmiyet’e yabancı çevreler “Tabiat” ismini vermiştir. Gerçekte onların “Tabiat” dedikleri, Allah’ın kanunlarıdır. Tabiatın kendisi de bir San’at-ı İlâhiye’dir.
Cenab-ı Hakk’ın zîşuur mahlûkları için koymuş olduğu “teklifi kanunları” ise insanlara ve cinlere peygamberler tebliğ etmiştir. Allah-u Azimüşşan’ın koymuş olduğu bu kanunlar hayatın her safhasına şamildir. İğne deliği kadar bir boşluk bırakılmamıştır. Bu İlâhî kanunların her birinde yüzlerce, binlerce hikmet gizlidir. Setr-i Avret’in nasıl olacağından, hanımların tesettürüne, haremlik-selamlık meselesine, evlilikle ilgili kaidelere varıncaya kadar…
İslâm’ın evlilikle ilgili hükümlerine baktığımızda, işin içinde muazzam bir cazibe, bir sır, bir tılsım bulunduğunu görürüz. İslâm’da evliliğin temeli “nikâh bağına” dayanır. Cenab-ı Hak, öyle kanun koymuştur ki, nikâhsız birlikteliği çok şiddetle yasaklamıştır. Ehl-i Kitap olanlara, Zımmî olanlara dâhilde cizye, hariçte haraç vermek suretiyle hayat hakkı tanımıştır. Ancak zina edenler, evli iseler, onlara hayat hakkı tanımamıştır. Allah’ın onlar hakkındaki hükmü, recm edilmeleridir. Ya da bekâr iseler yüz sopa vurulması ve sürgün edilmeleridir. Zinanın bu şekilde cezalandırılmasının pek çok hikmetleri vardır.
Müslüman hanımın ev haricindeki kıyafetinin ismi “cilbab”dır. Yani anlayacağımız şekliyle çarşaftır. Aslolan yüzün de örtülmesidir. “El-yüz açık olabilir” hükmü namazda geçerlidir. Fitne korkusu olduğunda yüz de örtülmelidir. Yüz ise cemalin âyinesidir.
Bir erkek ile bir kadın şayet aralarında mahremiyet bağı yoksa, nikah bağı yoksa, birbirlerine bakamazlar. Evlilik niyeti olanlar, yanlarında mahremleri olması kaydıyla birbirlerine bakıp konuşabilirler. Nişan akdi, aradaki mahremiyeti kaldırmaz ve nişanlılar da halvet olamazlar, birlikte gezemezler.
Bütün bu hükümler, yani hanımların tesettürlü oluşu, vücut hatlarının dahi belli olmayışı, bir mücevher gibi saklanmaları, düğün öncesi sık sık bir araya gelmemeleri, evliliğin cazibesini artıran unsurlardandır. Damat ile gelinin zifaf gününde bir tılsım, bir sır vardır. Asırlardan beri, bu geleneğe uyanlar mutlu bir evlilik hayatı geçirmişlerdir.
İslâm’ın bu hükümleri göz ardı edilince, işin tadı-tuzu kaçmıştır. Evliliğin cazibesi kalmamıştır. Zira taraflar arasında merak bitmiştir. Çok affedersiniz, vücudun bütün hatları meydanda olunca, internet, medya, televizyon, vs. ile kadın ve erkekle ilgili merak unsurları ortadan kalkınca, cazibe kaybolmuştur.
Eskiden bir hanım kız, yalnızca “görücüye” çıkardı, onlara görünürdü. Onlar da kadınlardı. Onun haricinde “yabancı erkekle” asla görüşmezdi. Erkek için de durum aynıydı. Şimdiyse her iki cins de birbirleriyle görüşüyor.
İnsanlar arada nikâh bağı olmadan birbirlerine baka baka, konuşa konuşa, “karı-kocaymışçasına” geze geze, evliliğin cazibesi kaybolmaya yüz tutmuştur. İnsanlar yaşadıkları ve çevrelerinde gördükleri yüzünden güven duygularını yitirmişlerdir. Körün dolma yemesi gibi herkes birbirine şüphe ile bakmaya başlamıştır.
İnsan fıtratı sadakate âşıktır. Kadının ve erkeğin en başta aradığı sadakattir. İslâmiyet evlilikte sadakati esas almaktadır. Açık saçıklık, vücut hatlarını bütünüyle belli eden kıyafetler, serbestçe görüşmeler vs. ile evliliğin cazibesi kayboldu. Evlilerde de sadakat kaybolunca bu defa yuvalarda huzur kalmadı, boşanmalar çığ gibi arttı. Dert belli. Çare de belli.