Fetih, Arapça, “Fetaha” (açtı) kelimesinden müştak bir kelime. Lügat mânâsı; “Zaptetmek. Ele geçirmek. Zafer. Faydalı şeyleri elde etmek için yolları açmak” demek. Istılâhî mânâsı ise Allahu Teâlâ’nın mülkü olan bu dünyada küffarın zaptetmiş olduğu bir yeri ele geçirmek, orasını İslâm mülkü haline getirmek” demektir.
Son Peygamber, kıyamete kadar gelecek bütün insanların peygamberi olan Sevgili Peygamberimiz (asm); hem bir peygamber, hem bir devlet başkanı, hem bir başkumandan ve aynı zamanda fâtih idi. Hayber’i ve daha birçok yeri fethettikten sonra Mekke’yi fethetti. Ancak payitaht yine Medine idi.
Hulefâ-i Râşidin devrinde fetihler devam etti. Hz. Ömer’in (ra) hilâfeti zamanında 750 büyük şehir fethedildi. Sonraki devirlerde İslâm devletleri fetihlere devam ettiler. Tarık bin Ziyad İspanya’ya ayak bastı ve bu topraklar baştan başa fethedildi ve İslâm yurdu yapıldı. İslâm coğrafyası üç kıtaya yayıldı.
Osmanlı Devleti’nin fethettiği yerleri gözünüzde canlandırmanız için şu kadarını söyleyelim; bu devletin vefatında terekesinden tam 40 devlet çıkmıştı. Bugün tafrasından geçilmeyen Yunanistan 400 küsur yıl Osmanlı idaresinde kalmış bir yerdi. Kırım, Macaristan, Bulgaristan, Sırbistan, Avusturya… Hepsi birer Osmanlı diyarıydı. Bütün o diyarlar on binlerce şehit verilerek fethedilmişti.
Fâtih Sultan Mehmet diyoruz değil mi? İstanbul’u fethettiğinde henüz 21 yaşında bir delikanlı idi. Sonradan fethettikleri yerleri say say bitmez…
İşte o kahramanlar, şanlı ecdâdımız fetihlerle övünmezlerdi. Hatta fetih kutlamaları da yapmazlardı. Ya ne yaparlardı? Gözlerini yeni fetihlere diker, o istikamete yürürlerdi.
Allahu Azimüşşân’ın mülkünde nasıl şirk hâkim olurdu? Bunun adı gâsıplıktı, hırsızlıktı, eşkıyalıktı, zorbalıktı. Allah’ın mülkünde Allah’ın hükmü geçerdi. Adâlet ancak böyle sağlanırdı. Her yerde Ezan-ı Muhammedî okunmalı, insanlar ya ezanın dâvetine uymalı ya da ehl-i zimme iseler, ezanın dâvetine saygı göstermeliydi. İşte bu gerçeğin ilanı için, fethedilen kalelerde ve şehirlerde ilk önce sancak dikilir, sonra Ezan-ı Muhammedî okunurdu. Bu ezan “Fetih ezanı” idi.
Fetih yolunu açan, cihad idi. Nicedir cihad terk edildi. Fetihler de sona erdi. Derken “zillet devri” başladı. Bu defa küffar İslâm beldelerine girmeye ve ele geçirmeye başladı.
Yaklaşık üç asırdır fetih hasreti çekmekteyiz. Bu hasret şairlerimizin de yüreğine ateş düşürmüş. İşte onlardan biri olan Ârif Nihat Asya, bakınız “Fetih Marşı”nda ne diyor:
“Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek; / dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek. / Kelpetenlerle sûrun dişleri sökülecek! / Yürü, hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın? / Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
“Sen de geçebilirsin yârdan, anadan, serden / Senin de destanını okuyalım ezberden./ Haberin yok gibidir taşıdığın değerden. / Elde sensin, dilde sen; gönüldesin baştasın. / Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
“Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini! / Göster; kabaran sular nasıl yıkar bendini! / Küçük görme, hor görme –delikanlım-kendini!/ Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın; / Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
“Bu kitaplar Fâtih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır; / Şu mihrap Sinânüddin, şu minare Sinân’dır; / Haydi artık, uyuyan destanını uyandır! / Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın? / Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
“Delikanlım, işâret aldığın gün atandan / Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan! / Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan’dan! / Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın, / Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
“Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin! / Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın! / Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın. / Yürü, hâlâ ne diye, kendinle savaştasın? / Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”
Fetih hasreti çeken yürekler çarptıkça ve o yürekler toplu vurdukça fetihler bitmeyecektir. Nice fetihlere inşeAllah…