100’e 23; 80’e 3 kala;
HAYAT, KADER, ÖLÜM ve ÖMRÜM
“HAYAT (ömür)” denilen şey nedir ?
Bir yığın “HAY-HUY” içinde paldır küldür “YUVARLANIP” gitmek midir?
Evet, galiba öyledir.
Benim DOĞDUĞUM gün 1946’nın 21 Nisan’ı, Annemin ÖLDÜĞÜ gün de 1997’nin 21 Nisan’ı.
Yani BU gün.
Ve yani, GÜN olarak DOĞUM ile ÖLÜM aynı GÜN.
TESADÜF müdür yoksa KADER midir ?
ANAMDAN doğduğum güne göre 76’yı geride bırakıp 77 yaşımın içine girdim.
Bugün, Annem’den sonra tam 25 sene ve (52 yaşında ölen) Babam’dan sonra da 50 sene; 1973’de ölen Ağabeyim’den 49 sene daha “FAZLADAN” yaşamaktayım !?
Ve bu yaşıma kadar nasıl gelebilmişim, şaşırmaktayım ?
Yaşıtlarım, mahalle arkadaşlarım, yakınlarım, akrabalarım … çoğu “GİTTİ”, azı kaldı.
Yani “AZINLIKTAYIM” !
Bunca yıllık “hay-huy” içinde Türkiye’nin son 65 senesinin siyasi tarihini (İHTİLALLERİNİ, İDAMLARINI, ihtilal teşebbüslerini, MUHTIRALARINI, 12 Eylül 1980 öncesindeki BÖLÜNMÜŞLÜĞÜNÜ ve 5 bin ölü 25 bin yaralı çıkan İÇ SAVAŞINI ve de son 20 senedeki YIKINTININ) içinde yaşayarak, okuyarak, yazarak çok yakından gördüm, bildim anladım.
Epeyce uzun ve bütün DERTLERİ çok YAKINDAN görmüş ve hatta İÇİNDE yaşanmış bir ÖMÜR sayılır.
Ama görüyorum ki, az gitmişim, uz gitmişim, arkama baktığımda ise sadece bir arpa boyu yol gitmişim ve bu yaşıma nasıl gelmişim !?
Ve de bunca seneden sonra ancak şunu öğrenebilmişim:
“HÛY” (tabiat, mizaç, maya) veya “HASLET” ya da “TIYNET” dediğimiz; insanın yaradılışında BEYNİNE, hücrelerine veya genlerine yüklenen, işlenen veya verilen şeyin ömür boyu değişmediğini ve insan 7’sinde ne ise 77’sinde de aynı olduğunu ve yani hiddet, şiddet, asabiyet, sükûnet, sühûlet, cesaret, hamâset, merhamet, ferâset … bakımından aynı kaldığını (ilerleyen yaşlarda bunlar baskı altına alınabilse bile temelde değiştirilemediği veya tamamen yok edilemediği) ve;
Bu haldeyken her insan için çizilmiş ayrı bir harita ve ayrı bir yolun bulunduğunu ve bu haritada ulaşılacak son yerin (âkıbetin), beklenecek durakların ve zamanının; insana tanınan ufak tefek serbestiyle önceden tayin ve tesbit edilmiş durumda olduğunu;
Arada bir, bir başkasının yoluna (bunu bir yarışa benzetirsek, pistine veya kulvarına) girilebilse veya daha doğrusu girildiği zannedilse bile aslında o yolların, o durakların ve nihayet ECELE (ömrün sonuna) gidiş şeklinin, diğerlerinden tamamen farklı olduğunu gördüm.
“ALIN YAZISI” dediğimiz çizgi de böyledir ve önceden bellidir.
(Bu durum şarkılarda da çok güzel ifade edilmiştir: KADER ! Kime şikâyet edeyim seni bilemem. ALNIMA yazılmış yazısın, silemem...)
Bazan, onu değiştirmek için çırpınır ve bazan değiştirdiğini de zannedersin. Fakat nafile ... Avuntu ... Ham hayâl ...
Gerçek olan, senin bildiğini zannettiğin değil, sana verilen haritadaki yolun genişliği ve sana tanınan imkânlardır.
“HAYAT” veya “ÖMÜR” dediğimiz şey de galiba budur. Önceden sana tanınmayan imkânı senin yaratman mümkün değildir. Böyle bir imkâna sahip olma yoluna girdiğin ve biraz da ilerlediğin zaman, bir bakarsın ki, bir engel çıkmış ve sen, başladığın noktaya dönmüşsün !?
İşte “KADER” denilen şey de budur. Değişik isimler de takabilirsiniz: Şans, tesadüf, talih, baht, kısmet, ikbâl ...
Çoğu zaman neyin iyi neyin kötü olduğunu ve daha doğrusu, sonucun iyi mi kötü mü olacağını bilemiyoruz. “İyi” olarak başlayıp, “kötü” sonuca ulaştığımız veya “kötü” başlayıp, “iyi” bitirdiğimiz işlerimiz oluyor.
Piyangodan, lotodan, totodan büyük ikramiye kazananların sonu her zaman iyi olmuyor. Güzelliğine veya yakışıklılığına hayran olup imrenerek baktığımız insanların âkıbeti (encâmı) çok kötü olabiliyor ve o güzelliğin, onları felakete sürüklediğini görebiliyoruz.
Bir ömür boyu yaşayacağınızı zannettiğiniz eşinizle 20-25 sene sonra yollarınızı ayırıp düşmanlık güdebiliyorsunuz. “Görücü” usulüyle evlenip ömür boyu mutlu olabiliyor; senelerce nişanlı kaldıktan sonra evlenmenin ilk yılında hatta ilk ayında ayrılabiliyorsunuz !?
“Düşman” olarak gördüğünüz birisiyle can-ciğer dost olabiliyorsunuz !?
Böylesine bir dünyada, yaşlandıkça bakıyorsunuz ki, “Öte Dünya”daki tanıdıklar “bu taraf”takilerden daha fazla olmuşlar !?
“ÖTE DÜNYA (âhiret) ”... ?
Aceb nerede ve nasıl ola ?
Çok mu uzakta ?
SEMÂDA mı, arzın DİBİNDE mi ?
Gidip de gelen yok ki … !
Ama bence, burnumuzun dibinde veya bir adım ötemizde. Fakat, ne “onlar” bizi ve ne de biz, “onları” görebiliyoruz. Ancak, birbirimizden habersiz, “bir arada” yaşayıp gidiyoruz. Biz CİSMEN, “onlar” da RÛHEN !?
“ONLAR”, bilmediğimiz bir diyarda, bilmediğimiz şekil ve şartlarda. Ama muhakkak ki, bizimkinden daha iyi bir ortamda ve bizden daha iyi bir durumda.
Öyleyse sormak veya bakmak lazım:
Hayatın son demi olan ECEL, yani ÖLÜM nedir !?
Bence, hiç de zor ve korkulacak bir şey değildir. Belki de “ÖTEDEKİLER” ile “KAVUŞMANIN” değişik tarzda bir ifade şeklidir !
Yeter ki, EZİYETSİZ ve “temiz” olsun.
Şair Cahit Sıtkı Tarancı çok güzel ifade etmiş:
“Neylersin ÖLÜM herkesin başında / Uyudun, uyanmadın olacak / Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında / Bir namazlık saltanatın olacak / Taht misali o musalla taşında.”
Velhasıl, “HAYAT” dediğimiz şeyin ciddiye alınır bir tarafını göremiyorum.
“Bitmez tükenmez bu dert ÖMÜR diyorlar buna”
Siz ne dersiniz ?
***
(Not: Face’nin kabul edip bildirdiği doğum tarihim olan 15 Kasım 1945, okula gidebilmem için büyütülmek zorunda kalınan resmi tarihtir. Ve bu tarih tabii doğum tarihime göre “çakma” tarihtir)