Şu yaşadıklarımızı aslında biz yaşamıyoruz, başkaları yaşıyor biz yaşıyormuşuz gibi geliyor. Bir boşluktaymışız gibi. Yok canım olur mu? Bak işte ayaklarımız yere basıyor, aaa ayaklarımız havada... Bir film gibi yani; Trajik, komik... Bu yaşadıklarımıza bu ‘olup bitenlere’ bir cevap arıyoruz hepimiz, sorup duruyoruz birbirimize sahi ne oluyor gerçekte!
Uzun zamandır görüşmüyorduk, bir toplantıda karşılaşınca, 'Hah buldum seni, gel bir köşeye geçelimde olup bitenler hakkında konuşalım' dedim.
"Olup bitmiyor ki, ’olmak’ bir sonuca götürür, bitmekte öyle. Sorun olmamakta ve bitmemekte. Olmuş gibi gösteriyorlar... Herşey bir illüzyondan ibaret." dedi.
Dur çok hızlı girdin konuya dedim, ne demek istiyorsun?
“Birbirlerine ihtiyaçları var. Biri gitse diğeride gidecek. Birbirlerinin varlık nedenleri oldular, politika bir ‘illüzyon’ olarak sunuluyor biz çaresizlere" dedi.
Güldüm, peki o zaman sendeki illüzyon ne? Göster, inanayım dedim.
“Öncelikle şunu söyleyeyim: Seçimlere inanmıyorum. Yani seçimlerin birşeyleri değiştireceğine, iyileştireceğine inanmıyorum. Mesela şuradaki duran adam; o kadar yaralı ki, güveni o kadar sarsılmış ki, öfkesi o kadar birikmiş ki, kaybettiği o kadar çok şey var ki... Kaybettiklerini kim verecek ona, nasıl iyileşecek... Dünyanın bütün farmakologları bir araya gelse onu iyileştirecek ilacı üretebilirler mi... Hayatı, bir bilim insanı edasıyla bir laboratuvar olarak kullanan politikacılardan arınması lazım dünyanın... Deneye deneye yanlışa doğru diye inandırdılar çoğumuzu. Ben mesela, günde en az iki toplantıya katılırdım. Konuş konuş, dinle dinle kaybedilen onca zaman, sonuçsuzluğun sonsuzluğu, ne değişti hiç. Ayrıştığımızı, yaralandığımızı o cendereden çıkarak görebildim. Ne çok oyaladık birbirimizi, ne çok yaraladık.
Hani, bir insanın çocukluğunda yaşadıklarının bugüne etkisini araştıran psikologlar, yaşadığı travmayı atlatabilmesi için yardımcı olmaya çalışırlar ya... Ülkemizinde ilk kurulduğu günden bugüne yaşadığı seçimleri, ilişkileri,hükümetlerin yaptıklarını, yarattıkları travmaları sorgulayan iyileştirici, travmadan arındırıcı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Bu nefreti, tekerrürleri bitirecek bir yaklaşıma, eğitime...
Sokağa çıkmak istemiyorum; kirlenmekten, kirin bana bulaşmasından korkuyorum. Bir yalan bir bahane bulmaya çalışıyorum. İnsan kendini kandırır mı? Kandırır. Yanımda bir yalanım olursa daha kolay baş ederim diye düşünüyorum herşeyle. Yalanın bir zırh olarak kullanıldığı görülmüş mü? Görülmüş.
Hiç bir fotoğraf karesinde yer almak istemeyişim, kirlenmekten korktuğumdandır. Bir planım olmadan çıkmak istiyorum sokağa, şurada biraz susayımda beni dinle demek istiyorum dostuma ama nerede... Beklentisiz, çıkarsız, yaralanmadan dolaşmalıyım cadde de.
Şu şehire bak! Düştüğü duruma; Zaman geçer, tarih notlarını alır, sen ileri gittiğini düşünürsün oysa geriye götürmüştür zaman seni, yaşananlar yeniden yaşanıyordur. Yeni zamanlarda eski tarihi yaşıyorsundur. Üzüntünün yıkıcılığıdır bu. İçinde bir şeyler yıkılır; Raflarındaki dökülür, dolaplarındaki boşalır... Gözlerini devirir kalırsın.
Aidiyet duygumuzu kaybettik; Bir yere, guruba, derneğe, partiye ait hissetmiyor insan kendini. Dayanışma, yardımlaşma duygusu paralize olmuş durumda, kılını kıpırdatan insan sayısı o kadar azaldı ki... Hayır, seçimlere inanmıyorum ben. Adayın kim olması ile ilgili değil bu inançsızlık. Çözümün seçimlerle ilgisi olmadığı ile ilişkili. Her şey normalmiş gibi nasıl davranabiliyorlar.
Mesela şu konuşan aday; kendisi seçildiğinde herşeyi düzelteceğine nasıl da inandırmış kendini. Bu kenti iyi yöneteceğine o kadar inanıyor ki! Sanırsın elinde bir sihirli değnek var. Bir çürümüşlük sarmış, bu çürümüşlüğün önüne geçecek, durduracak ilaç ne?
Hani baharda sabahları kuşluk vakti, kuşlar ötüşür ya, dinledin mi hiç? Bahar geliyor, bir gün dinle! Onlardaki ahengi hayata geçirecek, o müziği yakalayacak politikalara ihtiyaç var. Hiç bir sesin diğerini bastırmadığı bir koro, cıvıl cıvıl. Hiç bir ses önde değildir, arkada kalan yoktur.
Sorun çok, dert çok dert ortağı yok. Bunları yazmaya senin köşen yetmez. Şunu söyleyeyim; Yeni bir siyaset diline ihtiyaç var, barıştırıcı, birleştirici bir dile. Meselelere farklı bakmanın armonisine, güvenmenin, dayanışmanın, anlamanın, sevginin göz yaşartıcı etkisi lazım bu ülkeye. Her şeye rağmen umutsuz olmamak gerekir. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, siyasetin dili, rengi çok değişecek. Kadınlar, gençler var olan yapıları zorlayarak daha şeffaf, daha demokratik oluşumları hayata geçirecekler...
Hadi çok uzattık. Unutma bize yaşatılanlar bir illüzyon, sihirin etkisi dağılıyor. Kal sağlıcakla, umutla.” dedi.
Bir solukta anlattı gitti. Evet evet bir illüzyon olmalı,bir sihir... Birisi parmağını şıklatacak ve herşey düzelecek. Bu kadar basit; Güldüm ve kafamı salladım, kafamı salladım ve güldüm.