Türkiye’nin her alanı, her değeri birer birer satıldı, bizler bunun farkına varamadık. Yabancı sermayeye teslim edilen topraklarımız, sanayimiz, kurumlarımız ve değerlerimiz tümüyle elimizden kayıp gitti. Bizlere “kalkınma” ve “gelişme” vaatleriyle geleceğimiz yok edildi.
Halkımıza sunulan “kalkınma” masalları aslında sadece topraklarımızın, zenginliklerimizin ve kurumlarımızın yabancılara teslim edilmesinden ibaretti. Bizlere umutlar satıldı; karşılığında ise geleceğimiz çalındı. Milli servetimiz olan fabrikalar satıldığında, “işsizlik azalacak” sandık, “kalkınacağız” dediler. Ancak fabrikalar satıldıkça üretim gücümüz zayıfladı, işsizlik arttı ve dışa bağımlılığımız derinleşti. Bizlere ‘kalkınma’ ve ‘gelişme’ vaatleriyle hayaller satıldı, fakat geleceğimizin temelleri yok edildi.
Türkiye’nin bankaları yabancılara satıldığında, zenginleşeceğimize inandırıldık. Basınımız satıldığında, “demokrasi gelecek” dediler; kandırıldık. Özel televizyonlar satıldığında, “Avrupalılaşacağız” sandık.
Tüm değerlerimizi kaybettik. Milli eğitimimiz 1949’da ABD’ye devredildiğinde, “batılılaşacaksınız, gelişeceksiniz” dediler. Ancak tüm milli, tarihi ve dini değerlerimizi, toplumsal amaçlarımızı yitirdik.
Dine ve inanca zarar vermekten başka hiçbir sosyal ve dini değeri olmayan, tamamen İslamiyet’e ve Kur’an’a aykırı olan tarikatlar ve cemaatler, iç siyasete ve haram ticarete alet edildi. İsyan etmedik. Meğerse dış siyasetteki gayrımilli siyasi tercihlerimizin dayanağı da bunlarmış. Tüm İslam ülkelerini küresel işgal ve parçalanma felaketine hazırlayan da bunlarmış. Bağımlı siyasetimizle bizi Hristiyanlığın, dünya masonluğunun ve dünya Yahudiliğinin emrine sokanlar da bunlarmış. Her şeyimizi bu küresel şirketlere devretmemize aracılık edenler de bunlarmış.
Ülkemiz, Öcalan süreciyle birlikte tarihi bir dönemeçten geçti. PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesinin ardından başlatılan çözüm süreci, halkımıza bir illüzyon gibi sunuldu. Sanki barışa giden yol açılacakmış gibi gösterildi. Ancak bu süreçte yapılan tavizler ve atılan adımlar, Türk milletinin güvenliğini ve geleceğini tehlikeye attı. PKK terör örgütüyle müzakerelere girilmesi, gençlerimizin askeri disipline tabi tutulmak yerine sürekli baskılara ve zorluklara maruz kalmasına yol açtı.
Bir kısmımız “demokrasi” masallarıyla, bir kısmımız ise “özgürlük” söylemleriyle kandırıldık. Yeraltı zenginliklerimizi sattık, kalkınacağımızı sandık. Kıbrıs politikamızı sattık, “çözüm bulduk” dediler. Kurumlarımızı, makamlarımızı, yetkilerimizi; her şeyimizi yabancılara yönettirdik. “Medenileşeceğiz” dedik, tüm medeniyetimizi kaybettik. Kadınımızı, kızımızı, ahlakımızı sattık; “özgürleştik” dediler, köleleştik.
Topraklarımızın tapusunu satmaya başladık, olup biteni anlayamadık. Yabancı sermaye bizi kalkındıracak diye avutulduk. Açlıktan, işsizlikten, adaletsizlikten kırıldık. Zararlı piyasa ekonomisi kültürüyle bencilleştirildik, vicdansızlaştırıldık. Çocuklarımızı piyasa ekonomisinin acımasız kültürüyle sokağa attık. 19 yaşındaki nur yüzlü gençlerimiz, cemaat yurtlarında baskıya dayanamayarak intihar etti, hayatına son verdi.
Ve tüm bunların ardından, bize sürekli “ileri” ve “gelişmiş” olmak adına daha çok taviz verildi. Her adımda daha fazla bağımlılık, daha fazla teslimiyet kabul edildi. Şimdi anlıyoruz ki satılan yalnızca topraklarımız ve zenginliklerimiz değil, en kıymetli varlığımız olan Türkiye’nin ve Türk milletinin geleceğiydi.
yavuz aktas 4 saat önce