KIZILAY İzmir Bölge Müdürü demiş ki, “BİR günlük KAN stokumuz kaldı. Bunu artırmak için çabalıyoruz”
Haydi bakiim, çok ÇABALA da ÇABALARIN bereketli olsun.
KAN durumu böyle de, acaba PARA durumu ne halde ?
YANDAŞ AİLE ŞİRKETİ hâline getirilmezden evvelki BAĞIŞLAR şimdi ne âlemde ?
Eskiden ne idi, şimdilerde ne hâle geldi ?
AZALMA mı oldu, ÇOĞALMA mı var ?
Ne kadar GELDİ, ne kadarı HARCANDI gitti, şimdi kasada ne kadar kaldı ?
Mutlaka, (31 500 lira maaşlı ve ayrıca kaç yerden maaşa bağlandığı da gizil olan) Genel MÜDÜR’ün ve TAALLUKATININ, danışmanlarının, YARDIMCILARININ ve bunların da yardımcılarının maaşlarına ve diğer harcamalarına yetecek kadar para kasada vardır.
Ve muhakkak ki, “Türk Kızılay’ı İstanbul Genel Başkanlık Makamı” için 2016’da İstanbul Rumelihisarı yakınlarında Boğaz manzaralı 450 metrekare büyüklüğünde YÜZME HAVUZLU KÖŞKÜN aylık 12 000 DOLAR (yani 90 000 liracık kadar) KİRASI da ödeniyordur.
ENSAR Vakfına PARA aktarma da var ya …
Gerisi ise ufak-tefek TEFERRUATTIR !
Kızılay’a bağışlanan etlerin, Kızılay yöneticisinin Kardeşinin özel OTELİNDE bulunmuş olması da heç mühim değildir.
DENİZ FENERİ sahtekârlığından MAHKUM olmuş birinin başa geçirilmiş olmasının da heç bi ehemmiyeti yoktur.
Nasıl olsa, devamlı olarak SMS ile 10 lira istenilmesi yeterli olmaktadır.
Bu arada, kurdukları ŞİRKETLER ile HOLDİNG haline gelmiş olması ve Kızılay’ın sahibi olduğu BİNLERCE gayrimenkullerin bu şirketlere devredilerek SATIŞA hazır haline getirilmesi ve YANDAŞLARIN bu şirketlerin başına geçirilmesi de önemli değildir.
Nasıl olsa HESAP soran yok. Sorulsa bile açıklama yapmaya veya cevap vermeye TENEZZÜL eden de yok.
Fazla uzatmaya da hiç gerek yok.
Bu şiir buraya uyar:
(Çoğumuz ve belki de hepimiz, 1867-1915 tarihleri arasında yaşamış olan TEVFİK FİKRET’e ait olan aşağıdaki şiirin sadece NAKARAT kısmını biliriz.)
HAAN-ı YAĞMA
Bu sofracık, efendiler ki, -iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor-şu milletin hayâtıdır;
Şu milletin ki muztarib, şu milletin ki muhtazır,
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun, hapır hapır.
Yiyin efendiler yiyin; bu haan-ı iştihâ sizin;
Doyuncaya, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin !
Efendiler ! Pek açsınız, bu çehrenizden bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı, kim bilir ?
Şu nâdi-i ni’am, bakın, kudumunuzla müftahir,
Bu hakkıdır gazânızın, evet, o hakk da eldebir !
Yiyin efendiler, yiyin; bu haan-ı zî safâ sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin !
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say:
Haseb, neseb, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, SARAY
Bütün sizin, efendiler, konak, SARAY, gelin, alay
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay.
Yiyin efendiler, yiyin; bu haan-ı iştihâ sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin !
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar,
gurûr-ı ihtişâmı var, sürûr-i intikaamı var,
Bu sofra iltifatınızdan işte âb ü tâb umar;
Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar.
Yiyin efendiler, yiyin; bu haan-ı cân-ı fezâ sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin !
Verir zavallı memleket, verir ne varsa; malini,
Vücûdunu, hayâtını, imîdini, hayâlini;
Bütün feraag-ı hâlini, olanca şevk-ı bâlini
Heman yutun, düşünmeyin harâmıni helâlini.
Yiyin efendiler, yiyin; bu haan-ı iştihâ sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin !
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak:
Yarın bakarsınız söner, bugün çatırdayan ocak;
Bugünkü miğdeler kavî, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak …
Yiyin efendiler, yiyin; bu haan-ı pür-nevâ sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin !
(Hân (Haan) = Yemek sofrası, yemek.
İltikaam = Lokma atma, yutma, yutulma.
Muntazır = Hazır.
Muhtazır = Can çekişen.
Muztarib = Sıkıntı, ızdırap çeken, inleyen.
Müftahır = Övünen.
Nâdi = Nida eden, çağıran.
Ni’am = Nimetler
Kudum = Uzak yerden gelme, ayak basma.
İhtişâm = Debdebe, tantana, şanlı görünüş.
Sürûr =Sevinçli yer.
âb ü tâb = Güzellik, parlaklık, tazelik.)