USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Kurtuluş Savaşı’nda TBMM (1)

13-05-2024

On yıldır kitaplarımızı seriler halinde tanzim etmek, noksan olanları tamamlamak, yazılmayanları yazmakla meşguldük. “Kurtuluş Savaşı Serisi”nin 10. kitabını da tamamlayarak bu çalışmaları da tamamlamış olduk, Elhamdülillah… Bu 10. kitabın başlığı “Gizli Celse Zabıtlarına Göre Kurtuluş Savaşı’nda TBMM” idi. Bu çalışmayı yaparken toplam 3274 sayfa (en büyük ansiklopedi ebadında ve çift sütun. Bu da 13,5 x 21 cm ebadındaki 7 bin sayfalık kitaba tekabül etmekte) okuduk, notlar aldık. Çok çok mühim konulardı. O konulardan bazılarını hülasa ederek bu sütundan sizlere aktarmak isterim.

TBMM’deki gizli celse görüşmelerinin en mühimi her zaman hilafet konusu olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında bu konu herkesin candan sahip çıktığı bir mesele idi. Mesela M. Kemal Paşa bakınız ne diyor: 25 Eylül 1920 tarihli gizli celsede çok mühim bir mevzu görüşülmüştür. “Müzakere edilen mevad” başlığı altında şu bilgi verilmekte: “Hilafet mevzuu ve İstanbul Hükümeti ile noktai nazar üzerinde anlaşmak üzere gelmiş olan heyetler hakkında.”

Bu konu hakkında söz alanların hepsi de hilafet müessesesine saygılı ifade kullanmakta, ancak şu anda bu makamda oturan padişahın tutumunu tenkit etmektedirler. Mustafa Kemal Paşa da diğer milletvekilleriyle aynı görüştedir ve Hilafet müessesesinin varlığını müdafaa etmekte ve şöyle demektedir:

“(…) Hilafet ve saltanat mahfuziyeti zaten birinci esasımızdır. Hakikaten düşündüğümüz halâsı hakikiye vusul için arz ettiğim veçhile makamı hilafet ve saltanata olan merbûtiyetimiz [bağlılığımız] ve o makamın bütün şerâiti lâzimiyesiyle mahfuziyeti [korunması] birinci esasımızdır. Bu İslâm dünyasının  istinadgâhı olan rabitâ-i hakikiyesini tesise birinci derecede medar olan bu makamı ihmal etmek hiçbir vakitte kârı akıl değildir. Ve bunu bizden zorla almak mümkün değildir. Gayeye vusul için arz-ı ihtiyaç ve iftikar eylediğimiz  kuvvetler birinci derece İslâm dünyasıdır. Bu İslâm dünyasının ikide birde Meclis-i âlinizin hilafet ve saltanat, halife ve sultan meselesiyle iştigal etmesinde mehâzir [mahzurlar] vardır. Bu mahzurları şimdiye kadar fiiliyatıyla gördük. Bunu bizden zorla almak isterlerse her türlü mücâhedeyi yaparız.” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. 1, s. 135)

M. Kemal Paşa, milletvekillerinin görüş beyan etmesinden sonra bazı sorulara cevap vererek şöyle demekteydi:

“Yani biz kabul ediyor ve herkese de isbat ediyoruz ki makam-ı hilafet ve saltanatı biz de hiçbir vakit başımızın üzerinden atamayız ve Meclis-i âlinizin ilk veya ikinci celsesinde zaten resmen ve sureti kat’iyede bu mevzubahis ve müzakere edilecek. Atiyen ise beyannâmede de zatan makam-ı hilafet ve saltanata karşı olan vaziyetimiz resmen ifade edilmiş bulunur. Buyurduğunuz mahzur düşmanlara cevap verebilir zannındayım. Fakat meselenin esasından halline girişilecek olursa hem içerisinden çıkamayız hem de düşmanlarımıza tereddüt ve şüphe ilka ederiz. Binaenaleyh mevzubahis edilmemek ehvendir.” (a.g.e., c. 1, 137)

Vahdeddin’in İngilizler tarafından cebren götürülmesinden sonra, halife seçilmesi gündeme gelmişti. TBMM’nin en mühim konusu yine hilafet meselesi idi. M. Kemal Paşa halifelik makamının merkezi olan İstanbul’un kurtarılmasının çok mühim olduğunu belirtiyor ve şöyle diyordu:

“(…) Fakat Türkiye’nin bir vazifesi makam-ı hilafeti kurtarmaktır. Bu bizim için bir davayı mahsustur. Bunu makam-ı hilafet olarak nihayetine kadar göstermek ve onun kurtarılmasına çalışmak bizim için hayırlı bir davadır. Bizim için bu dava âlem-i İslâm nazarında fevkalâde takviye eden bir meseledir. Bunu sarsmak doğru değildir. Yani makam-ı hilafeti başka bir yere nakletmek bu günün şerâiti hususiyesi itibariyle doğru olamaz.” (a.g.e., c. 3, s. 1045)

İngilizler başta olmak üzere, bütün Batı dünyasının ve Amerika’nın hedefi ise hilafet müessesesini ortadan kaldırmaktı. Bu mümkün olmadığı takdirde hilafet müessesesinin tesirini ortadan kaldırmaktı. Sevr Anlaşması’ndaki maddelere bakıldığında bu açıkça görülecektir. Lozan görüşmelerinde de bu çokça tartışılmıştır. Türkiye’nin, Suriye, Irak, Libya başta olmak üzere bütün İslam dünyasındaki hadiselere müdahil olamayacağı belirtilmiştir. Hâlbuki bu, halifenin temel konularındandı. Halifelik kaldırılınca, onlar da derin bir nefes aldılar. Onlara göre artık Türkiye’nin âlem-i İslam’la bütün bağı kopmuştu. Mesela günümüze gelecek olursak, Gazze boğazlanırken cihad ilan edecek bir müessese yoktu. On binlerce Müslüman’ı koyun boğazlar gibi rahatça boğazlayabilirlerdi…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?