
Ey milletim! Bugün dünya, enerji savaşlarının ötesine geçerek su kaynakları üzerinde yeni bir mücadeleye girmektedir. Küresel güçler, suyu bir silah olarak kullanarak ülkeleri dizayn etmeye, halkları kontrol altına almaya çalışmaktadır. Türkiye, bu mücadelenin tam merkezinde yer almaktadır. Fırat ve Dicle gibi stratejik nehirler, bizim topraklarımızdan doğup Ortadoğu’ya hayat vermektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, suyun akışı sadece coğrafi bir mesele değil, aynı zamanda jeopolitik bir denklemdir. Türkiye su kaynaklarını ne kadar güçlü kontrol ederse, bölgedeki ve dünyadaki konumu o kadar sağlam olur. İşte tam da bu noktada, ABD ve İsrail gibi aktörler devreye girerek bu denklemi bozmak istemektedir.
ABD ve İsrail’in Bölgedeki Su Stratejisi
ABD, Irak işgalinde sadece petrol kuyularını değil, aynı zamanda Fırat ve Dicle üzerindeki su kaynaklarını da kontrol altına aldı. Suriye iç savaşı boyunca da benzer bir strateji izlendi. Fırat’ın üst havzası istikrarsızlaştırılarak, suyun kontrolü kaotik bir yapıya teslim edilmek istendi. İsrail ise kuruluşundan bu yana su kaynakları konusunda en agresif politikaları izleyen devletlerden biridir. Özellikle Ürdün Nehri’nin kontrolü ve Filistin topraklarındaki su kaynaklarının gasp edilmesi, İsrail’in suyu bir güç aracı olarak kullanma stratejisinin en net göstergesidir.
Türkiye’nin su yönetiminde bağımsız bir politika izlemesi, bu iki küresel aktörün planlarını bozmakta ve onları rahatsız etmektedir. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ile Türkiye’nin Fırat ve Dicle üzerindeki su kaynaklarını daha etkin kullanma girişimi, Batı’da büyük tepki çekmiştir. Çünkü bu, Türkiye’nin bölgedeki ekonomik ve siyasi gücünü artırması anlamına gelir.
Lozan ve Türkiye’nin Su Üzerindeki Hakları
Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da, Türkiye’nin su üzerindeki egemenlik haklarının Lozan Antlaşması ile korunmuş olmasıdır. Lozan, yalnızca sınırlarımızı belirleyen bir belge değil, aynı zamanda ekonomik ve doğal kaynaklarımız üzerindeki haklarımızı tescilleyen bir metindir. Eğer Lozan olmasaydı, bugün ne su kaynaklarımız ne de diğer milli değerlerimiz üzerinde herhangi bir söz hakkımız olabilirdi. Türkiye’yi zayıflatmak isteyen güçlerin en büyük hedeflerinden biri de, bu antlaşmanın sağladığı hakları aşındırmak ve su kaynakları üzerindeki hakimiyetimizi tartışmaya açmaktır.
Türkiye Uyanık Olmalıdır!
Bugün su, enerji kadar stratejik bir silah haline gelmiştir. Türkiye’nin su kaynakları üzerindeki kontrolü, yalnızca bölgesel değil, küresel dengeler açısından da hayati bir meseledir. Eğer suyu kontrol edemezsek, ekonomik bağımsızlığımızı da siyasi gücümüzü de kaybederiz. Bu yüzden millet olarak, suyun yalnızca bir doğal kaynak değil, aynı zamanda bir beka meselesi olduğunu bilerek hareket etmeliyiz.
Uyanık olalım! Çünkü suyun sahibi olan, geleceğin de sahibi olacaktır!