Zaman zaman öğretmen arkadaşlarla hasbihal ediyoruz. Hepsinde de durum aynı, bir dokun bin ah işit misali… Hepsi de dertli. Temel problem, öğrencilerde saygı kalmaması, davranış bozukluğu… Bir öğretmen arkadaş, emekliye ayrıldığını söyledi. “Neden böyle erken. Daha zamanın vardı” dedim. Açıkladı: “Bildiğin gibi ben lisede edebiyat öğretmeniyim. Öğrencilerin hareketleri kanıma dokunuyor. Terbiye sınırını aşıyorlar. Erkek ve kız öğrencilerin davranışı bizim aldığımız terbiyenin ötesinde. Hayâ duygusu gitmiş gibi. Bunlardan ikisini uygunsuz davranışla yakaladım. ‘Sizi disipline vereceğim’ dedim. Daha ben müracaat etmeden onlar benden önce davrandı. Ailelerine haber verdiler. Onlar da bakanlığa şikâyette bulundular. Bakanlıktan müfettiş geldi. Bütün öğretmenleri topladı. Ben olup bitenleri anlattım. Ona rağmen, ‘Bu çocuklara karışmayacaksınız!’ dedi. Ben de ‘Ben pezevenk miyim?!’ dedim ve o gün emekli dilekçemi verdim. İşte halimiz bu…”
Geçenlerde sosyal medyada da yer aldı. Bir lise öğrencisi resmen öğretmenle dalga geçiyor. Yanağını okşuyor, dans ediyor. Eskiden olsa öğretmen gereğini yapardı. Şimdi kıllarını bile kıpırdatamıyorlar.
Fatih Sultan Mehmed’in nasıl yetiştiğini hatırlayalım. Henüz çok küçükken babası Sultan II. Murad, onu Molla Gürani’ye teslim eder. Atalarımızın âdetidir. Çocuğunu hocaya teslim ederken, “Eti senin, kemiği benim” der. Sultan Murad da öyle yapar. Şehzade Mehmed ise çok hareketli ve yaramazdır, yerinde duramaz, derslere kendini veremez. Bir gün Molla Gürani’nin elinde bir kızılcık sopası olduğunu görür, “Hocam bu ne için?” der. Hocası cevap verir: “Yaramaz talebeleri te’dib içindir!” Şehzade Mehmed mesajı alır ve o günden itibaren uslu uslu dersleri dinler. Derken işte bildiğimiz Fatih Sultan Mehmed olur…
Bizim haytalara böyle diyebilir misiniz, böyle yapabilir misiniz? Hz. Ali, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum!” der. Bizim kültürümüzde hocaya (öğretmene) saygı esastır. Bunun için de talebede (öğrencide) İslam ahlakının yerleşmesi şarttır. Vâ esefa, okullarımızda, eğitim sistemimizde İslâm ahlakı dersinin “İ”si bile yoktur. Ahlakın temeli, hayâ duygusudur. Bunun için de haremlik-selamlık şarttır. Karma eğitimde ise bu mümkün değildir. Geçenlerde bir müdür bey, sınıf içerisinde erkek öğrencilerle kız öğrencilerin ayrı ayrı oturmasını istemişti. Bunu istedi diye hemen ertesi günü açığa alındı. Buyurun bakalım. 1949’da Amerika ile yapılan eğitim anlaşması yine devreye girdi.
Göğsümü hava ile doldurup, avazım çıktığı kadar haykırarak söylüyorum: Bu gidiş hayra alâmet değil. Burası bin yıllık İslâm yurdu. Bu vatanda yaşayanların yüzde 99’u Müslüman. Yüzde 1’lik nüfusa sahip Hıristiyan ve Yahudi azınlık vatandaşlar Lozan Antlaşması’nın 41-44. maddelerine göre kendi çocuklarına 5 yaşından itibaren kendi dinlerini ve kendi ahlak anlayışını öğretebiliyor, çocuklarını o şekilde yetiştiriyorlar. Peki biz Müslümanlar kendi çocuklarımıza niçin dinimizin emrettiği ahlak anlayışını telkin edemiyoruz.
Bizim dinimiz güzel ahlak prensibine dayanır. Bunun önderi de Peygamber Efendimizdir (asm). Onun ahlakı ise Kur’an ahlakıdır. O “Yaşayan Kur’an” idi. İşte çocuklarımıza da Peygamber Efendimizin (asm) örnek ahlakı öğretilmeli, yani eğitim sistemi Kur’an’a ve Sünnet-i Seniyye’ye dayanmalıdır. İşte o vakit öğrencilerde ahlaksız davranışlar görülmez. Hepsi iffetli ve hayâlı olur. Öğretmenlerine, büyüklerine, anne-babasına saygılı olur. Nefislerinin peşinde koşmaz. Allahu Teâlâ’yı râzı etmek için çalışırlar. Bilgili olurlar. Kabiliyetlerini geliştirmeye çalışırlar. Bu şekilde bilgili ve ahlaklı gençlerin gayretiyle ülkemiz her sahada kalkınır, ilerler.
Gidin öğretmenlerle konuşun, hepsi de aynı şeyi söyleyecektir. Öğretmenlere saygı kalmadı. Böyle bir atmosferde öğretmen görevini nasıl yapacak? Öğretmenliğin tadı tuzu kalmamış durumda. Tuzun koktuğu yerde, zaten aksi bir durumu beklemek sürpriz olur.