İslâmiyet, iki cihan saadetini esas alan bir dindir. Bu kâinatın Yaratıcısı Allah-u Azimüşşân’ın; insanların ve cinlerin uymalarını emrettiği emir ve yasakları hâvi, ef’al-i ihtiyariyeyi tanzim eden bir sistemin, bir nizamın adıdır. Bu nizama siyaset de dâhildir. İslâmiyet, müsteşriklerin dayattığı gibi, yalnızca ahlak ve faziletten ve bazı ibadetleri yerine getirmekten ibaret bir nizam değildir. Hayatın her safhasıyla ilgili hükümleri tesis eden bir sistemdir.
Evet, İslâmiyet’in elbette bir siyasî görüşü vardır. Bu siyasî görüş, Hulefâ-i Râşidin devrinde yüzde yüze yakın uygulanmaya çalışılmıştır. Bunun neticesi maddî ve manevî muvaffakiyet ve fütuhattır. Hz. Ömer (r.a.) devrinde fethedilen topraklar ülkemizin yirmi mislidir. Tam 850 büyük şehir fethedilmiştir. 750 de yeni şehir tesis edilmiştir.
Emeviler devrinden itibaren hilâfet saltanata inkılâp etmiştir. Saltanat ise İslâm’ın reddettiği bir sistemdir. O devirden itibaren tarih sahnesine çıkmış olan İslâm devletleri İslâmî siyaseti yüzde 50 nispetinde tatbik etmişlerdir. Bu yüzde 50’lik tatbikatla alınan netice şudur: Dünyanın üçte ikisine hükmetmek. Asya, Afrika ve Avrupa’da muazzam topraklara hâkim olmak… Yalnızca Osmanlı’nın terekesinden 40 küsur devlet çıkmıştır… Bu basit kıyastan anlayacağımız şudur: Şayet yüzde yüz İslâm uygulanmış olsa, bütün dünyaya İslâm hâkim olacaktır.
Şu anda bütün insanlık İslâm’ın bahşedeceği huzur, emniyet ve refah atmosferine hasret. Ancak şeytan ve aveneleri insanlığın İslâmiyet’le tanışmasını engellemek için, ya Mekke müşrikleri gibi şamata yapıyor, ya “kuşa bak kuşa!” diyerek nazarları hep başka taraflara celp ediyor, ya muazzam paralar harcayarak süt gibi dupduru ve berrak olan İslâmî görüşün içine bir avuç necaset serpiyor.
İslâmiyet, ilâhî bir sistemdir. Hiçbir beşerî sistemle, felsefeyle, düşünceyle uyuşmaz ve bünyesine kabul etmez. İslâmî sistemin esasları vahiyle tespit edilmiştir. Vahy-i sarihî olan Kur’an-ı Azimüşşân’la ve vahy-i zımnî olan sünnet-i seniyye ile. Yani Peygamber Efendimizin (a.s.m.) ef’âli, akvali ve ahvali ile… Peygamber Efendimize (a.s.m.) bu şekilde hüküm vazetme salahiyetini de bizzat Allah-u Azimüşşân vermiştir. Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) bu ilâhî sistemin bir cüzü olan devlet idaresinin uygulanışını bizzat göstermiştir. İnsanlar arasındaki anlaşmazlıkları o hükümlerle gidermiş, işlenen suçun cezasını o hükümlere dayanarak vermiş, fethedilen beldelere idareciler göndermiş, cihat için ordular kurmuş ve bu ordularla fetihten fethe koşmuş, dünyanın belli başlı devletlerinin idarecilerini İslâm’a davet etmiştir.
Bütün insanlık gibi, İslâm dünyası da İslâm’ın bahşedeceği huzura, emniyete, saadete hasret… Ancak Müslümanların önündeki en büyük engel, cehalet. Adları Müslüman ama İslâmiyet’i bilmiyorlar. Yaklaşık bir buçuk asırdır yoğun bir propagandaya maruz kalmışlar. “Batı’sız olmaz!” düşünceleri zihinlere kazınmış. Batılılaşma furyası başlamış. Git gide İslâmiyet isimden ve resimden ibaret kalmış. (En sonunda nüfus cüzdanından da çıkarıldı.)
Şeytan ve aveneleri şimdi Müslüman nesil uyanmasın diye akla hayale gelmeyecek numaralar sergiliyorlar. Uyumanın sırası değil. Zaman, uyanık olmak, Allah-u Azimüşşân’ın bahşettiği İslâm nimetine sımsıkı sarılmak zamanı. Allah akıl vermiş, fikir vermiş, göz vermiş. Dupduru su ve süte benzeyen canım İslâmiyet’e haricî müdahaleleri görmeli. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) getirmiş olduğu ve sahabe-i kiramın yaşadığı İslâmiyet’e sımsıkı sarılmalı. Bunun için de dinini öğrenmeli.
İslâm’ı her yönüyle anlatmak en başta ulemanın görevi. Uygulamak ise ümeranın… Mütrefin de bu hizmete omuz vurmalı. Bu üç sınıf aslî gayelerini terk etmişlerse, avam olarak iş başa düştü demektir. Ey Müslümanlar! Şimdi okumak zamanı, gayret zamanı, dinimizi öğrenmek ve uygulamak zamanı…