Milli Kütüphane Müdürü Müjgan Cumbur, bir gün kendi evinde demişti ki; "Unescox 1967 yılında, Afganistan'da bir "Yazma Eserler Semineri" düzenlemişti. 10 gün süren seminere, Türkiye adına ben katılmıştım. Çalıştığımız binanın önünde, seminere katılan delegelerin mensup oldukları milletlerin "bayrakları" dalgalanıyordu.
Bayrağımızın gönderde dalgalanması, Özbekler arasında büyük bir heyecan doğurmuştu. Gruplar halinde geliyorlar ve bir denizi, efsanelerle yüklü bir dağı veya muhteşem bir manzarayı seyreder gibi saatlerce bayrağımızı seyrediyorlardı. Beni Emanullah Han'ın köşküne yerleştirmişlerdi.
Köşk, Kabil'in 10 km dışındaydı. Bir sabah, çok erken saatlerde, bir kaval sesiyle uyandım. Çağıran, yalvaran, hıçkıran bir kaval sesi. Heyecanla pencereye koştum. Gördüm ki 70-75 yaşlarında bir dede, benim pencereme bakarak kaval çalıyor. Giyindim ve dışarı çıktım. Yaşlı Özbek'in yanına gittim. Kavalını duvara dayadı. Beni derin bir saygı ve sevgiyle selamladıktan sonra sordu: "Bizim bayrağımızı Kabil'de dalgalandıran o kadınefendi sen misin?". "Benim baba!".
"O bayrak Türkiye'de dalgalandıkça, biz burada yitip- bitmeyeceğiz. Gördüğün gibi ben bir çobanım ve Türk'üm. Sordum soruşturdum, burada kaldığını öğrendim. Geldim ki, seni kaval çalarak uyandırayım ve sana süt ikram edeyim"
Orada bulunduğum günlerde, o 75'lik dede, her sabah beni kaval çalarak uyandırdı ve bana her sabah, koyunlarından sağıp getirdiği sütten ikram etti"
Yavuz Bülent Bakiler, Üsküp'ten Kosova'ya, s. 56-57.
Derleyen Atmalı.