USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

SİMİT SARAYLILAR

16-02-2018

Tarih boyunca insanlar “Asiller”, “Köleler” ve “Köylüler” olarak kategorize edilirler. Saray kültürü geliştikten sonra Asillere “Saraylılar” da denildi. Kölelere “Emekçiler”, Köylülere “milletin efendisi” denildi. Tabii ki ne kadar efendi denilebilir, sorgulamak gerekir. Günümüzde bir de “memurlar” sınıfı çıktı ortaya.

Bütün saydığımız bu sınıfların tamamı “Saraylılar” için çalışırlar. Ama günümüzde yeni bir saraylı sınıfı ortaya çıktı ki, bu yeni türe “Simit Saraylılar” demeye başladık. Bunlar için konforlu, şatafatlı, lüks “Simit Sarayları” yapılmaya başlandı. Gerçek Saraylıların yaşamında bir değişiklik olmazken, “Simit Saraylıların” yaşamına her türlü “Simit” çeşidi girmeye başladı. Yedikleri bir “Çay” bir “Simit”. Verdikleri hesap da bir o kadar düşük. Yani önceleri Saraylar zenginliğin ölçüsü iken, bu defa fakirliğin ölçüsü oldu. “Simit Sarayları” fakirlerin uğrak yeri oldu. Eee bunlara  “Züğürt Ağa Sarayları” da diyebiliriz. Adı Saray ama içinde bir sürü “Kuru Simit” görürsünüz. Gariban sevgilisini pastaneye götürse, hatırı sayılır bir hesap ödeyecek, ama “Kendi Milli Sarayına(!)” götürürse, 2 kişiye 3 TL ödeyecektir. Zaman iktisat zamanı değil mi? Hem ucuz bir fatura ödersiniz, hem de Saraylı görünmekle “Sosyete” takılırsınız. Sevgiliniz de bunu yutmuş görünür. Aman kuru simitlerden dolayı damaklarınızın yarasını kimse görmesin ha! Hele bir de Ali AVAZ duyarsa, derhal üzerinize bir şiir yazar karışmam!

Merhum Ali AVAZ, Süleyman DEMİREL’in devrinde “memurun” halini özetlemek için şu mısraları seslendirmişti:

Mamurdur dedikleri,

Çay-Simit yedikleri,

Yüz metreden sayılır;

Sırtının kemikleri…”

Aslında bu “Simit Sarayları” Turgut ÖZAL’IN döneminde icat edildiler ve inşa edilmeye başlandılar. “Özalizm” ile birlikte memur aç kalmaya başladı. Yoğun şikâyetler üzerine Özal, zam isteyen memuruna, zam yerine pratik bir yol gösterdi; “Benim memurum işini bilir” dedi. Memur da gerçekten işini bildi ve memleketin anasını belledi. Yolsuzluklar dönemi başladı. Bu defa memurun uzaktan kemikleri yerine, ensesinin kıvrımları sayılmaya başlandı. Bir de “Orta Direk” dedi, direğin ortasından belini kırdı. “Orta Direk” Simit Saraylarında buluşmakta teselliyi buldu. Şair Abdurrahim KARAKOÇ derhal müdahale etmiş ve Orta Direğin çilesini şu mısralarla özetlemişti:

Bir gün boynu kalın Hindiler,

Orta direğin omzuna bindiler,

Ne direkler direndi, ne binenler indiler.

Gezginci bezirgânlara gözümüz yüzük oldu.Karga etti çekiyor, bülbüle yazık oldu…”

Yine Özal’ın, Genelevi Patronlarından Manukyan ve Sümbül Hanıma Plaket verdiği güden buyana Fuhuş patlaması olmuştur. “Âlimin ölümü Âlemin ölümü, Âlimin bozulması, Âlemin bozulması” olduğu gibi,  devlet adamları için de aynı kural geçerlidir. İşte tam bu olaydan sonra, Özalizm’den kalma CAFE’ler hem yoksulluğun, hem fuhşun adresi oldular. Eski Pavyonun adını İngilizce bir kelime(CAFE) ile değiştirerek güya modernleştirdiler, fuhşun adını da Flört koydular, Türkiye’yi AB’ye girecek kıvama getirdiler. Ama AB adeta ; “Sende bir tek bakire kız kaldığı sürece ben seni almam” diyor… Bu Bakirelikmiş, Kıskançlıkmış, atın kafanızdan(!) bu düşünceleri, öyle gelin kapımıza, der gibiler… Daha Türkçesi “boynuz takın” da gelin diyorlar.

Eskiden Pavyona giden bir erkek, değil bir kadınla yatmak, kadının eline dokunabilmek için bir servet batırırdı, yuvalar yıkılırdı. O dönemde hayat kadının dahi ne kadar değerli olduğunu anlıyoruz. Dünün Pavyonlarının görevini bugün CAFEler yerine getiriyorlar. Günümüzde bu iş o kadar ayağa düştü ki, beraberinde fuhuş yaşı da düştü; CAFE’ye giren genç, önce kasada bir kadınla karşılaşıyor. Sonra bir masaya geçip oturuyor. Şöyle etrafına bakıyor, Lise bir ve iki çağında küçücük kızlar oturuyorlar. Genç Garson’u çağırıyor; “Şu masadaki kızların ücreti ne kadar?” diye soruyor, Garson; “Abi masanıza çağırayım, siz konuşun” diyor. Ve körpecik yavru geliyor, fiyat konuşuluyor, (fiyat o kadar düşük ki, 20 TL ile 50 TL arasında değişiyor) bir eve veya otele gidiliyor… Bu körpecik yavru bizim değilse şimdilik seviniyoruz, ama bir gün bizim çocuk da oralara düşerse ne yaparız diye hiç düşündünüz mü? İşte felaketin boyutu kapımıza kadar dayanmış, bilesiniz.

AKP iktidarı üstüne üstlük, Zina’yı suç olmaktan çıkardı. Bu da tuzu biberi oldu. Eğer başka bir iktidar Zina’yı suç olmaktan çıkarmış olsaydı, Allame-i Cihan geçinen Kutbu Azamlar(!), o Başbakanı Zina Ayetini inkâr etmekle suçlar, dinden çıkarır, Kâfir damgası vururlardı. Ama şimdi partileri iktidar olduğu için bu Zina Ayetini görmezlikten geliyorlar…

Şimdi 2. Özal ve 2. Anap dönemindeyiz. Geçmişte “Bir Lokma, Bir Hırka” felsefesini dayatan, Müslümanları dilenci durumuna düşüren “Emevi İslam Anlayışı”ndan esinlenerek, “Simit Sarayları”, “Dürüm Sarayları”nın yanı sıra “Sadaka Ekonomisi” ile “dilenci” sayısını arttırarak, iktidarlarını sürdürmeyi başaranları görüyorsunuz. O kadar yardım yapılmakta, yine de dilenci sayısı azalmamaktadır. Gaziantep Milletvekili Fatma ŞAHİN, bir tv. Programında; iktidara geldiklerinde Gaziantep’te 1500 kişiye yardım yapılıyordu, biz ise bugün 55 bin kişiye yardım yapıyoruz deyince, Sunucu; “Bu rakamlara göre sizin dönemde daha çok fakirleşme olmuş?” diye soru yöneltince, cevap verememişti. Bu suskunluk felaketi anlatmaya yetiyordu aslında.

Efendim “Milli Gelirimiz 10 bin Dolara Yükseldi” demekle gelir yükselmiyor. Rakamlar öyle gösterir ama cebinize baktığınızda 10 bin doları göremezsiniz. Çünkü 500 adet dolar milyarderi iş adamının cebindeki parayı 73 milyona bölerek, çıkan rakamı fakirin cebinde imiş gibi gösteriyorlar. Bu bir aldatmacadır. Elin cebindeki paradan bize ne… Bu ülkede 8 milyon “Yeşil Kartlı” var, 9 milyon işsiz var, binlerce “Simit Sarayı” ve “Cafe” var. Kısacası ülkemizde adım başı “Dürümcü” ve “Simit Sarayları”nın varlığı kötü gidişatın ve yoksulluğun şahitleridirler. İşçinin, Memurun, Emeklinin sırtının kemiklerinin yüz metreden sayıldığı bir dönemde yaşıyoruz ama yine de her iki kişiden biri AKP’ye oy veriyor. Yani Sömürenle Sömürülenin menfaati bir Partide kesişiyor. “Ayıkla Taşın Pirincini” bakalım…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?