Dersaâdet’ten memleketime taşınalı yaklaşık 13 sene oldu. Bütün dünya âlem bizim “şirin şehre” bayılır. Gerçekten de “yemek” hususunda belki de dünyada eline su dökecek yoktur. Hele bir baklavası var, zaten söylemeye gerek yok. Ancak açık söyleyeyim, bütün bunlar benim umurumda değil. Benim yeme-içmeyle işim olmaz. Benim işim, okuma-yazmayla, ilimle-irfanla, kültürle… Ne yazık ki, bu hususta hemşerilerim sınıfta kalmış durumda. Benim müşahedem bu. “El hükmü li’l ekser” denilir. Yani “hüküm ekseriyete göre verilir.” Ekseriyetin durumu bu. Âcizane ben henüz ilkokul çağında bir çocukken ağzına kadar dolu bir kütüphanem vardı. Şahsî fikrime göre, ehl-i maişet aylık kazancının cüzi de olsa bir kısmını kitaba ayırmalı, gazete, dergi almalı, okumalı. Hiç olmazsa ayda 50 lira bu iş için ayıramaz mı? Ama bakıyorum, “işi gereği” bol bol okuması gerekenler, okumuyor. Kendisine kitap alıp okumasını tavsiye ettiğim üniversite öğretim görevlisi, “Şu aralar maddî durumum müsait değil” diyor. İşte bu bakımdan hemşerilerime muğberdim. Tâ ki Oğuzhan Saygılı ile tanışıncaya kadar. Bir Cuma namazı sonrası tanıştık, oturup konuştuk. “Hediyeleşmek sünnettir.” İkimiz de bu sünneti ihya ettik. Ben kendisine, Kurtuluş Savaşı’nda Gaziantep’in Çocuk Kahramanları kitabını hediye ettim. Kendisi de bana biri kendisinin telif ettiği; Kitaplarla Söyleşi 2 ve ikisi de abisi Hasip Saygılı’nın telifi olan, Rumeli’de Bizden Ne Kaldı? ve Rumeli Türkleri ve Müslümanlar kitaplarını hediye etti. Bu hediyeler beni iki kat mesrur etti. Hem Antepli, hem kitap okuyan, okumayı bırakın kitap yazan biri ile karşılaşmak bana bayram sevinci yaşattı. Bunu kendilerine de ifade ettim.
Oğuzhan Bey’in abisi emekli Albay Prof. Dr. Hasib Saygılı Bey’le kendisiyle tanışmadan bir hafta önce telefonda tanışmıştım. Antep’in unutulan kahramanlarına bir kitabında yer verecekmiş. Bizim akrabamız, Kurtuluş Savaşı gazilerinden Sülo Dede ile ilgili bilgi istedi. Kendilerine gönderdim.
Hasip Bey’in telefon konuşmasına başlarken söyledikleri, beni maziye götürdü. Hasip Bey şöyle diyordu: “Sizi 48 sene önce görmüştüm. Ben o sıralar 13 yaşındaydım. Babam Millî Görüşçüydü. Seçim çalışmalarına gelmişti. Siz de dayınızla birlikte idiniz. Sizi orada görmüştüm.”
Hasip Bey’in dediği, 14 Ekim 1973’te yapılacak milletvekili seçimi için yapılan çalışmalardı. O sırada ben lise 1’i bitirmiş, 2. sınıfa geçmiştim. Dayım Mehmet Bozgeyik Milli Selamet Partisi (MSP) 1. sıradan milletvekili adayı idi. Bütün yaz boyunca dayımla birlikte seçim çalışmasına katılmıştım. Sabah namazını kılıp yollara düşerdik. Bir jeep kiralanmıştı. Onunla köy köy dolaşırdık. Böylece Antep’in yaklaşık 500 köyünü gezdik. Benim için güzel bir hayat tecrübesi oldu. Arabamızda bir anfi, mikrofon ve hoparlör vardı. Bunlar bana zimmetliydi ve kullanıma sunmak da benim görevlerim arasındaydı. Merhum Erbakan Hoca’mızın 1969’da bir konferansını dinlemiştim. Dünya çapındaki Müslüman ilim adamlarını anlatıyordu. O konferansı dinledikten sonra göğsümüz gururla doldu. Gerçek buydu: Bizim ecdadımız ilim sahasında da dünyaya örnek teşkil etmiş ve öncü olmuştu. Ben o sırada imam hatip 1. sınıfta idim. Büyük dayımın oğlu Rauf Bey ise 7. sınıfta idi. Konferansı birlikte dinlemiştik. Ancak Millî Görüş camiasına mensup olanları yakinen tanımam işte bu 1973 seçimi için yapılan çalışmalar vesilesi ile olmuştu. O günler hayatımın en manalı, en güzel günleridir. Nice güzel insanla tanışmıştım. Mühendis, doktor, eczacı, müteahhit, tüccar işçi, esnaf, her sınıftan insan canla başla koşturmaktaydı. Mühendis bey, eline süpürgeyi alıyor, parti binasının terasını süpürüyor; koca tüccar, fabrikatör, çay ocağına geçip çay yapıyor, gelenlere servis ediyordu. Bu ne gayretti, ne tevazu idi, ne güzellikti. Bu klasik parti yapılanmasından da başka bir şeydi. Kardeşliğin en güzel şekli sergilenmekteydi.
Seçim çalışmalarının bir kısmı Ramazan-ı Şerif’e denk gelmişti. Çalışmaya aynı tempo ile devam edildi. O yaz sıcağında, pınar başlarında yaptığımız iftarları, Araban ilçe başkanının evinde yediğimiz bulgur pilavı, ayran ve karpuz menülü sahur yemeğini unutamıyorum.
Hay Hasip Bey, Rabbim seni cennetine koysun, inşallah, bir telefon konuşması ile bizi alıp tâ nerelere götürdün…