İslâm âlimlerinin eserlerinde sık sık “tevhide girelim” ibaresine rastlarız. Peki, “Tevhide girmek” ne demek? Bediüzzaman Hazretlerinin Kafkas Cephesi’nde Ruslara ve Ermenilere karşı ordumuzun saflarında Gönüllü Alay Kumandanı olarak savaştığı esnada telif ettiği İşârâtü’l- İ’câz isimli tefsirine Molla Muhammed el-Kersî hocamızın yapmış olduğu şerhin 5. cildinde bakınız “tevhide girmek” tabiri nasıl açıklanmış:
“Tevhide girelim cümlesini sık sık tekrarlamaktan maksadımız; ‘Lâ ilâhe illallah zikrini, tekrar tekrar söyleyelim’ demek değildir. Elbette bu kelime-i tevhidi daima vird-i zeban edeceğiz. Ancak, burada maksadımız tek o değildir. Bazıları ‘tevhit’ deyince yalnız onu sanıyor. Hâlbuki maksadımız, hem hayat-ı şahsiyye, hem hayat-ı ictimâiyye cihetiyle, yani hayatımızın her kademesinde tevhide girmek; şirki, ortaklığı reddetmektir. Yani, i’tikâdımızda, inancımızda, kânunlarımızda, mahkememizde, meârifte, hukukta, muamelâtta, hulâsa hayatın her sahasında tevhide girmek; Kur’ân ve sünneti tatbik ve icra etmektir. Yoksa hayatımızın her sahasında ayrı ayrı küfürlere ve şirklere girmiş oluruz.” (Arabî İşârâtü’l İ’câz Meal ve Şerhi c. 5, s. 287)
Bu açıklamalardan anladığımız kadarıyla, bir müminin hayat düsturu “gerçekten” tevhide girmek olmalıdır. Bunun müşahhas bir misalini geçenlerde bizzat yaşadım. Sözde dindar ve 50 yıldır İslâmî eserler okuduğunu söyleyen bir şahsa; “Her sahada Allah’ın hükümleri hâkim olmalı!” dediğimde, “Geç bunları, bu artık hayal!” dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Muhatabımı belki de bir daha göremeyecektim. Ancak bu inançla öldüğü takdirde hâli haraptı. Onun için kendisini ikaz ettim:
“Arkadaş sen ne diyorsun?! Tevbe etmelisin. Tevhide girmelisin. Gırtlağına kadar şirke batmış olanların, güneşe, ineğe, hatta fareye tapanların hükümleri hâkim olacak, ancak bu kâinatın hakiki sahibinin, Malik’inin, Rabbinin hükümleri hâkim olmayacak, öyle mi? Bir Müslüman böyle mi düşünmeli? Allah-u Azimüşşân ki bütün bu kâinatın Yaratıcısıdır. Rabbidir. O Rahman’dır. Yani, bütün mevcudatın rızkını verendir. Bütün canlılara can verendir. Zerreden galaksilere kadar bütün mevcudatı ahenkle döndürendir. Küllî Şey’in Kadir olandır. O, bir şeyin olmasını murat ettiğinde ‘ol!’ der ve murat ettiği o şey anında oluverir. (Kün feyekün) Cenab-ı Hak, ‘Müsebbibü’l esbâb’dır. Yani, sebepleri yaratandır. Hükümlerinin hâkim olmasını murad ettiğinde onun sebeplerini de yaratır. ‘Hak tecelli eyleyince, her işi âsân eyler (kolaylaştırır), halk eder esbâbını (sebepleri yaratır) bir lahzada (anda) ihsan eder.’ Bizim inancımız bu olmalı. Biz bu inancımızı muhafaza etmeli, bu inanç üzere ölmeliyiz.”
O anda bir kere daha anladım ki, sırf lisanla, “Lâ ilâhe illallah” demek kâfi değil. Bütün duygu ve düşüncelerimizle, latifelerimizle Rabbimizin birliğine inanmalı, şirkin her nev’ini reddetmeliyiz. Âlem-i İslâm neden bu halde? Neden perperişan? Tek sebebi var: Hayatın her sahasında Allah’ın hükümleri hâkim değil. Müslüman, çocuğunu “Müslüman’ca” yetiştiremiyor. Müslüman evlâdı, İslâmî terbiye alamıyor. Avrupa’nın, Asya’nın veya Amerika’nın Müslümanların bünyesine uymayan hükümleri uygulanıyor, ancak Allah’ın hükümleri uygulanmıyor. Tevbe Suresi’nin 31. ayet-i kerimesinde buyrulduğu üzere Yahudilerin Allah’ı bırakıp hahamlarını, Hıristiyanların da rahiplerini rabler edinmesi gibi, beşer de beşerin hükümlerini âdeta Rab ittihaz etmektedir. Sevgili Peygamberimizin (a.s.m.) Hıristiyan iken İslâm’ı seçen Adiy b. Hâtim’e verdiği şu ders, günümüz için de geçerlidir. Adiy b. Hâtim’in, Tevbe Sûresi’nin 31. âyetini dinledikten sonra, “Ey Allah’ın Resûlü! Biz, onlara (ahbâr ve ruhbana) ibadet etmiyorduk” demesi üzerine Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: “Bu ahbâr ve ruhbanlar, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram kılıyorlardı. Siz de onu haram kabul etmiyor muydunuz? Yine Allah’ın haram kıldığı bir şeyi helâl kılıyorlardı. Siz de onu, helâl kabul etmiyor muydunuz?”
Adiyy (ra) diyor ki: “Ben, ‘Evet’ dedim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (a.s.m.) şöyle buyurdu: İşte bu, onların, ahbâr ve ruhbanlarına yaptıkları ibadettir.”
Müslüman, çağdaş ahbâr ve ruhbanlara ibadet etmez. Ederse, imanı gider. Müslüman sadece ve sadece Allah’ın hükümlerine iman eder. Bu imanla ölürse inşallah cennetliktir. Aksi takdirde, lisanla söylediği kelime-i tevhit de kendini kurtaramaz. Öyleyse, geliniz hakiki tevhide girelim…