İsrafın Haram Oluşu
Bilhassa son yüzyıla, “İsraf asrı” demek uygun düşer. Bu son asırda cemiyette hükmeden sistemler, tüketimi, dolayısıyla israfı teşvik etmişler, insanları israf etmeye yönlendirmişlerdir. Dinimizde ise israf haramdır. Ancak git gide İslam toplumunda da bu haramlık unutulmuş, israf etmek normal kabul edilir olmuş, israfın zıddı olan iktisat edenler ise kınanır olmuştur. Oysa israf etmek, nasıl haramsa, iktisat etmek de temel farzlardandır, Allah’ı razı eden bir fiildir.
İsraf, malı helak etmek, yersiz kullanmak, ihtiyaç olmadığı halde yersiz harcama yapmak, demektir. Güzel dinimiz, dere kenarında abdest alırken bile suyun iktisatlı kullanılmasını, israf edilmemesini emretmiştir.
Günümüz toplumu, “israf toplumu” olmuş. Evin hanımı, bir sene sonra evin perdesini değiştiriyor, daha yepyeni olan mobilyaları değiştiriyor, süs-püs eşyalarına yüklü paralar ödüyor. İsraf ve gösteriş tutkusu yüzünden evlilikler zorlaşıyor. Hâlbuki israftan kaçınılsa, iktisat edilse, maişetçe sıkıntı çekilmeyeceği gibi, dünyevî huzuru ortadan kaldıran borçlanmaya da ihtiyaç duyulmayacaktır.
İslâmiyet, hem dünya, hem de âhiret saadetimizi esas alan hükümleri havidir. İsraf ve iktisada dair ayet-i kerimelere mealen bakalım:
“(…) Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” (A’raf / 31).
“Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.
Zira böylesine saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür” (İsrâ / 26, 27).
“Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar” (Furkan /67).
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bu konuda bize yol gösteren pek çok hadis-i şerifi var. İki tanesine bakalım:
“Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin. Fakat israf ve kibirden sakının!” (Buhârî).
“Her istediğini yemek israftandır” (İbni Mace).
Bediüzzaman’ın iktisat konusunu işlediği 19. Lem’a’dan kısa bir iktibas yapalım:
“‘İktisat eden, maişetçe aile belasını çekmez’ mealinde ‘Lâ ya’ulu menigtasede’ hâdis-i şerifi sırrıyla: İktisat eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez. Evet iktisat, kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki hadd ü hesaba gelmez.”
Bu hususu herkes kendi hayatında ve çevresinde müşahede etmiştir. Allah-u Teâla’nın emri gereği, israftan kaçınan ve iktisada riayet eden kimseler geçim sıkıntısı çekmemektedirler. Öyle kimseler, bilakis tasarruf ederek, âhiret hayatlarına zahire olması için hayır ve hasenatta bulunmaktadırlar. Dışardan bakanlar belki de o kimseleri cimri zannetmektedirler, hâlbuki hiç de öyle değildir. Fatih’te “Sanki Yedim” camii var. Bu camiin yapılış hikâyesi ibret vericidir. Zatın biri canı güzel bir yiyecek çektiğinde, “Sanki yedim” dermiş, o yiyeceğe vereceği parayı bir tarafa ayırırmış. Böyle böyle biriktirdiği paralarla bir mescit yaptırmış.
Hz. Ömer’in oğlu, Hz. Abdullah (r.a.), çarşıda alışveriş yaparken sıkı sıkıya pazarlık yapmış. Daha sonra evine girerken, evinin önünde oturan dilencinin yanında biraz oyalanmış. Kendisini uzaktan izleyen sahabe, o dilenciye giderek, Hz. Abdullah’ın ne dediğini sormuş, o da, “Bana bir altın verdi” demiş. Bu iki zıt gibi görünen duruma hayret eden sahabe bunu Hz. Abdullah’a sormuş. Şu cevabı almış: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemal-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir halettir; hısset (cimrilik) değildir. Hanemdeki (evimdeki) vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemalinden gelmiş bir halettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır.”
Müslüman, israftan şiddetle kaçınacak, iktisat edecektir. Çok malı olsa da onu yersiz harcamayacak, israf etmeyecek, zekâtını verecektir. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) ve sahabe-i kiramın hayatı bizler için örnektir. Onlar her daim israftan kaçınmış, iktisada riayet etmiş, fakir fukaraya yardım etmiş, mallarını ilim, cihat ve sair hayır işlerinde kullanmış, böylece ümmete örnek olmuşlardır.