USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Yavuz Sultan Selim’den “İtibar işte böyle olur!” dersi

15-11-2019

Yavuz Sultan Selim; itibarı, şatafatlı binalarda, gösterişli kıyafetlerde, lüks mefruşatta aramayan; itibarın, ilimle, irfanla, cihatla, İslâm’a candan bağlılıkla, Allah-u Azimüşşâna ve Resûlullaha (a.s.m.) itaatle olacağına inanan idarecilerdendi. Bunu da tarihe geçen anlatacağımız davranışıyla göstermişti.

Yavuz, son derece sade giyinen bir idareciydi. Bir defasında Venedik Elçisi Antonio Justinai’nin Dersaadet’e (başşehir olan İstanbul’a) geleceği bildirilmişti. Devlet ricali bunu haber alır almaz derhal hazırlığa başladı. Çünkü elçi kabulü mühim bir hâdiseydi ve çok ehemmiyet verilirdi. Elçinin kabul edileceği gün, devletin her cihetten haşmeti gösterilir ve Osmanlı’nın şanına layık bir karşılama yapılırdı. Mihmandarlar tarafından saraya getirilen elçi ve maiyeti ağırlanır, istirahat etmeleri temin edilirdi. Elçi orta kapıdan içeri girince de 32 tane mükemmel eyerlenmiş, altın ve gümüşlü, kıymetli taşlarla süslü, mücevherli göğüslükler takılmış atların önünden geçirilirdi. Elçiler yolun her iki tarafına sıralanmış, heybetli yeniçerilerin dizildiği yoldan ilerleyerek divana varırdı. Devletin ihtişamlı devrinde her elçi padişahla görüşemezdi. Ancak büyük devletlerin elçileri -o da padişah isterse- Arz Odası’na çıkıp padişahla görüşebilirdi. Huzura giren elçi üç yerde hürmetle padişahı selamlardı. Çıkarken de aynı şekilde üç defa selam verirdi.

 

Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman zamanında büyük ülkelerin elçileri padişahın huzuruna çıkarak bağlılıklarını arz etmek için birbirleriyle yarışırlardı; Kanunî devrinde krallar, dükler padişahın huzuruna çıkmak için çırpınmış, bir kısmı padişahla görüşerek bağlılığını bildirebilmişti. Yavuz devrinde Dersaadet’e geldiği bildirilen elçi ise mağrur bir ülkenin temsilcisiydi. Ona iyi bir ders verilmeli, Devlet-i Âliye-i Osmaniye’nin ihtişamıyla gözleri kamaştırılmalıydı. Sadrazam Hersekzâde Ahmet Paşa, Yavuz’a durumu arz etmiş ve görüşlerini açıklamıştı. Devlet ricalinin gösterişli kıyafetler giymesi için izin istiyordu. Yavuz, “Doğrudur Paşa! Cümle yeni libaslar giymek münasiptir” diyerek görüşünü açıkladı. Elçinin kabul edileceği gün, başta sadrazam olmak üzere, bütün devlet ricali şaşaalı elbiselerini giymişlerdi. Fakat bir de ne görsünler, “Bu dünya bir padişaha çok, iki padişaha azdır” diyen koskoca cihan hükümdarı, gündelik sade kıyafetiyle durmuyor muydu? O anda kendileri de gösterişli kıyafet giydikleri için mahcup olmuş ve ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Elçi, heybetli iki yeniçerinin arasında Arz Odası’na girdi. Bütün devlet adamları ve kumandanlar tahtın iki tarafına sıralanmışlardı. Yavuz, arslan gibi heybetli görünüşüyle tahtta oturuyordu. Tahtın basamağına kılıcını koymuştu. Pencereden ışık vurdukça kılıç pırıl pırıl parlıyor, parıltısı odanın duvarlarına aksediyordu. Elçi, Padişahı selâmladıktan sonra getirdiği nameyi (mektubu) takdim etti. Yavuz, tercüman vasıtasıyla elçiyle konuştuktan sonra gitmesine müsaade etti. Gördüğü manzaranın ve bulunduğu meclisin heybetinden şaşkına dönen elçi dışarı çıkınca, Yavuz, Ahmet Paşa’ya dönerek, “Var, elçiye sor, bizi nasıl bulmuşlar?” dedi. Ahmet Paşa, Padişahın emri üzerine, elçiye Padişahı nasıl bulduğunu sorunca şu cevabı verdi: “O kılıcın parıltısı öyle gözümü aldı ki, kendilerini göremedim bile!” Ahmet Paşa elçinin bu sözlerini nakledince, Yavuz, orada bulunan devlet ricaline dönerek şöyle dedi:

 

“İşte, kılıcımızın ağzı kestikçe, kâfirin gözü ondan ayrılmayıp bizi görmez. Ama Allah esirgesin, bir gün kesmez olursa, bizi hem görür, hem de tepeden bakar!”

İmparatorluğun son günleri hatırlanacak olursa, Yavuz’un sözlerinin ne kadar doğru olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Kılıcın keskinliğinden murat; devletin her yönden, bilhassa ordusu ile üstün ve kuvvetli oluşu demekti. Yavuz, kılıcını tahtının basamağına koymakla; “İtibar işte böyle olur! Bununla, yani cihatla olur!” demek istemişti.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?