Bir muhterem âlim; “Öfkelenmeyen insan, ya ahmaktır ya da münafık!” demişti. Bir haksızlık ve zulüm gördüğünde tepki göstermeyen, buzdolabı gibi don don duran, bu târifin şümûlüne girer. Şahsen zoruma giden işler karşısında çoğu defa tepkimi öfkelenerek ortaya koyuyorum. Son yıllarda da o kadar çok zoruma giden işler oluyor ki, tahammül etmek mümkün değil. Birkaçını sıralayalım:
Gazilerimiz, başımızın tacıdır. Onlara karşı sarf edilen hakâretâmiz ifadeler, kaba muâmeleler çok zoruma gidiyor. Geçenlerde yüzde 92 engelli bir gâzimize saldırı vuku buldu. Vücuduna 34 şarapnel parçası isabet etmiş ve altı ay yoğun bakımda kalan gâzimiz, bir kafede dinlenirken mecburiyetten ayaklarını uzatıyor. Kafenin sahibi hakaret ederek öyle oturamayacağını söylüyor. Gâzimiz izah etmeye kalkıyor, gâzi olduğunu söylüyor. Kafenin sahibi ve adamları dinlemiyor, kudurmuşçasına saldırıyor ve gâzimize hastanelik edinceye, hatta öldüresiye vuruyorlar. Şimdi bunu yapanlara, “adam” desen, insanlığa hakâret olur. “Hayvan” desen, hayvanlara hakâret eder. En doğrusu, bunları “kuduz köpek” statüsüne dahil etmek.
İçimde ukde olarak kalan muâmelelerden birkaçı:
4 Temmuz 2003’te Amerikan askerlerinin 11 askerimizin başına çuval geçirip Süleymaniye’den Bağdat’a götürmesi ve Amerikalılara ait bir hapishaneye koyması. Bu küstahça muâmelenin el’an kısasının olmaması…
Ecnebilerin uşağı terör teşkilatı IŞİD’in iki askerimizi yakması ve bunu yapanlara ne yapıldığını bilmemek…
Fetö’ye ait bir gazeteye giden polislerin yuhalanması. Bunu yaptıran adama bir şey yapılamaması. Adamın da yurt dışına kaçmış olması…
***
Bu ülkede yaşayıp ya da bu ülkeye aidiyeti olup da ecnebiler hesabına çalışanlara ajan denir. Böylelerinin ülke aleyhine faaliyeti tespit edildiği takdirde cezası verilir. Bir de en az bunlar kadar zararlı ve tehlikeli olan ajanlar vardır. Bunlar ekseriyetle yurt dışında eğitim almış ya da burada eğitim almış olsalar da ecnebilerle bağlantılı olan “İlahiyatçı” geçinen tiplerdir. Haramilerin soygun yapıp insanların malını gasp etmesi gibi, bunların da işi gücü, bu halkın inancını yağmalamak, “sırat-ı müstakim”den ayırtmak, dalâlet ve bid’a yollarına saptırmaktır. Bunlar meydanı boş bulmuştur. Sahabe-i kirama saldırmakta, hadislere karşı çıkmakta, Sünnet-i Seniyye'yi bütünüyle yok etmeye çalışmakta, muhterem, muhtereme ve muazzez büyüklerimize dil uzatmaktadırlar. Bunlardan biri, geçenlerde Hz. Hatice (ra) validemize dil uzattı. “Her ürüyen itin ağzına bir taş atılacak olsa, yeryüzünde taş kalmazdı.” denilmiş. Ancak insan yine de tahammül edemiyor. Sahâbe-i Kiram başımızın tacıdır. Onlar ki bu muazzez dinin hâmilleridir. Hiç noksansız bize kadar ulaşmasını sağlamışlardır. Cenab-ı Hak hepsinden ebediyen râzı olsun. Hele ilk Müslüman hanım olan, Peygamber Efendimiz'in (asm) en salâbetli yardımcısı, kahraman ve fedakâr Hz. Hatice (ra) validemizin hizmetleri nasıl inkâr edilir? Ona karşı nasıl o yakışıksız ifadeler kullanılır? Adamın ağzı, dili kurur…
Kâinatın Sâhibi olan Allahu Azimüşşan, bizlere iki mekân hazırlamış. Biri bu dünya, biri de Âhiret yurdu. Biz Müslümanlara, bu dünyanın en güzel yerlerini lütfetmiş. Hele de bizlere, yani bu cennet vatanda yaşayanlara… Âhiret’te ise biz mü’minlere Cennet'i va’detmiş ve oraya dâvet buyurmuş. Bu iki vatanımıza, yurdumuza, mekânımıza yönelik saldırılar zoruma gidiyor. Küffâr bütün İslâm yurduna göz dikmiş. Düşmanlıkları alenileşmiş olanlara “dost” muâmelesi yapılması zoruma gidiyor. Allah’ın hükümlerinin alenen çiğnenmesi ve yok farz edilmesi, zoruma gidiyor. Cennet’in yolunun bin bir engellerle donatılması ve buna ses çıkarılmaması, seyirci kalınması zoruma gidiyor. Zorla değil ya, Müslümanların bu vurdumduymazlığı, aymazlığı, cihadı düşünmeyişi, iki cihan saadetini elde etmeleri için çalışanlara kulak şapırdatması, rahatına düşkünlüğü de zoruma gidiyor…